Bu günlere öykü:ÖZGÜR KUŞ Abdulkadir KONUK

„Yeter be, yeteeer“ diye bağırarak fırladım sandalyeden. “Her sabah, ama her sabah, daha saat 4 olmadan cik, cik, cik!  Ne bok işin var gece...

„Yeter be, yeteeer“ diye bağırarak fırladım sandalyeden. “Her sabah, ama her sabah, daha saat 4 olmadan cik, cik, cik!  Ne bok işin var gecenin bu karanlığında? Ulan bırakmıyorsun iki satır yazalım. İlhamı kaçırıyor, konsentreyi bozuyorsun!”
“Sus be yazar bozuntusu” dedi hemen Kuş, “Yıllardır hep aynı sayfadasın. Senin gibi boşa öldürmüyoruz biz zamanı, memlekete çocuk büyütüyoruz burada!”
‘Çocuk’ dediği de çocuk olsa.. Kocaman, gövdelerinin en az iki katı büyüklüğünde, kapkara birer kafa, kanatlarından uzun, sarı birer gaga..Karga desen değil, alacakarga hiç değil. Ne bok oldukları da zaten belli değil.
Bir tanesi öyle olsa neyse, üçü de öyle yavruların. Analarına çekmişler. Henüz notalı ötemiyor, notalı dürtemiyorlar insana. Gagalarını açıp acayip sesler çıkarıyorlar. Apartmanın duvarının dibinde gökyüzüne kazık çakmak istercesine uzanan ve üçüncü kattaki penceremin önüne kadar dallarını dağıtan ak kavak ağacının dalları arasında yuvaları. Yıllardır tanıyorum bunları ailece. Daha doğrusu bu kadını tanıyorum yıllardır. Yavrular büyüyünce anneleriyle birlikte oturmuyorlar. Eskiler gidiyor, yeniler geliyor her yıl. Hepsi bir arada yaşamaya kalkışsalardı aşiretleri bir hayli güçlü olurdu. Meclisi bile ele geçirebilirlerdi.
Kadının eski kocası maçonun tekiydi. Eski kocası diyorum, çünkü o herifin kanatlarında aklar vardı, yeni herifin kanatları kapkara. Belki göç yollarında kaldı eski herif, belki geçinemedi, ayrıldılar. Haspam da hemen yeni birini kafaladı yolda. Eski herif az gagalamamıştı çiftleşme döneminde eşini. Ama öyle yaralayıcı gagalama değildi bunlar. “Hadi gel, hadi gelsene” diyen cinsinden.
Güpegündüz, milletin gözünün önünde, ağacın dallarının üzerinde, gözümün içine baka baka, defalarca çiftleşmişlerdi. Ne utanma vardı bunlarda ne arlanma. Olanı var, olmayanı var diye de düşünmemişlerdi.
Eski adamı maçoydu kuşun, ama delikanlıydı aynı zamanda. Ayrıca emansipe de olmuştu. Yavrular yumurtalardan başlarını gösterinceye kadar yiyecek taşıdı eşine. Eşinin yorulan bacaklarını biraz oynatabilmesi için de yuvada yumurtaların üzerine yattı arada bir. O zaman anne kuş aylarca havalandırmaya çıkarılmamış siyasi tutsak gibi voltaladı ağacın dallarında. Sonra da “Çekil git kendine kahveye” dercesine kocasına dürttü, yeniden oturdu yumurtaların üzerine. Yavrular başlarını çıkarıncaya kadar her gün böyle sürdü bu nöbetleşe kuluçka.
O adam yok artık. Kimbilir hangi dalganın ardına takılıp gitti. Kanarya olsaydı, saka kuşu olsaydı bırakmazdı eşini. Tanıyorum kanaryaları, sakaları yakından. Ama onların da erkekleri “Seni ellere yar etmem” diyen hanzolar kadar kıskanç. Doğumdan hemen sonra kafesten alınmazlarsa öldürebilirler kendi çocuklarını.
“Kanaryalar tahliye olmazlar, müebbet yatarlar!”
Bu altın söz bana ait. Öylesine alışıklar kanaryalar hapisliğe ailecek. Serbest bırak, aynı gün ölürler dışarıda. Ama bu kuşlar kanarya değiller. Dışarıda yaşıyor, canları nasıl isterse öyle bağırıyor, uçuyor, geziyor, evine geliyor, dalların üzerinde sevişiyor, öpüşüyorlar. Anam bir öpüşüyorlar, beni bir kez olsun kimse öpmedi böylesine. Sonra da yorulup uyuyorlar kucak kucağa. Karışan yok, görüşen yok, özgür bir kadın, özgür bir herif kısaca.
Hem ne olacak, kira yok, elektrik parası yok, iş yerinde başına ekşiyen bir şefi, bir gün meşhur alacağım diyerek kitap yazmaya çalışmak gibi bir dertleri yok. Ekmek elden su gölden. Sevişmez de ne yapar insan böyle olanakları yakalayınca. Sonra da al sana her yıl üç-dört çocuk. Ben olsam beşiz bile yapardım. Ev sahibi de beni atardı hemen evden.
Ama onlar kuş, insan değiller ve özgür aşktan bir tek onlar anlıyorlar. Kuşlar insan olsalardı hemen aşk için devrim yaparlardı. Sökmez onlara öyle diktatörlük falan, bir gagaladılar mı..
Bu kez kılıbığın biri bizim kuş hanımın yanında. Yavrular yumartadan çıkalı çok oldu, ama adam hala yiyecek taşıyor hanımefendiye. Yem getiriyor, yuvayı tamir ediyor, yuvadaki pislikleri temizliyor, üstelik kadının keyfini de unutmuyor. Bizimki de yavruların yanında bağır ha bağır. Çocukların yanında adama bağırılır mı, terbiyesiz. Feminist midir nedir?
Bu kuşun cinsini bilmiyorum. Tüm kitaplara baktım, benzerine rastlayamadım. Bu kuşa biraz benzeyenlere bizim oralarda ‘Cayik’ diyorlar. Kışları kayboluyor, baharda gelip aynı yuvaya konuyor yıllardır. Her bahar aynı tantana. O bağırmaya başlayınca ben de gecenin sabahı öpmeye başladığı saatlerde takım çalgıya girişiyorum.
“Her sabah neden bağırarak kalkıyorsunuz” diye soran komşuma kuşu şikayet ettim. Adamın gözleri iyi görmüyor, yanında konuşuyorum. Kulakları iyi duymuyor, ama her nasılsa benim bir kat yukarıdan kuşa bağırdığımı duyuyor. “Kuş” dedim, yaşlı komşuma, “Kuşşş! Her sabah böyle erkenden basıyor gamatayı çevreye!”
Saatlerce gidip gelip, “Hangi kuş” diye sordu adam. Gösteriyorum, neredeyse sırtlayıp kavağa çıkaracağım o hala “Hani nerede, ben kuş göremiyorum” diyor.
“Göremezsin elbette, senin kuşun yuvayı terkedeli çok oldu” dedim birinde, nasıl dediysem. Adam duydu ve gayet sakin; “Öyle, kuşlar uçmayı öğrenince yuvayı terkederler” dedi. “Seninki de uçtu mu” diye sordum inadına.
“Benim kuşum hiç olmadı!”
Niye güldüğümü anlayamadı. İnsanın bir kuşu yoksa neden güler öteki insanlar? Herkesin kuşu olmak zorunda değil ya.-
Benimle aynı katta, yan dairede oturan dul kadının da yok kuşu örneğin. Sevmiyor kuşları. Kedisi var onun, bir de yüzü yüzüne benzeyen bir köpeği. Arada bir karşılaşıyoruz koridorda, kanatlarını şöyle bir açıyor kadın, bana gülümsüyor. Bir başka gülümsüyor, bir şeyler söyler gibi, ama ben sözcüklerden anlıyorum, gülümsemelerden değil.
“Neden güldünüz? Sizin de kuşunuz yok bildiğim kadarıyla” dedi komşum.
“Var” dedim.
“Hani nerede?”
Ona kuşumu sokağın ortasında gösteremezdim elbette. Ağaçtaki kuşu gösterdim, göremedi.
“İnsan yaşlanınca değişik sesler duyarmış” dedi, “Sizde de öyle olmasın?”
Yanıt vermedim. Onun yaşı benimkinin üç katı, kendini benimle özdeşleştirip, kendince gençleşiyor. Sosyete süslüsü olsa neyse, öğretmenlikten emekli.
Adam komşum bir gün “Kuşları sevmek gerek” dedi, “Onlar insanı dövmezler, insana sövmezler, karakola çekmezler, askere göndermezler, düşüncelerinden dolayı yargılamazlar, hapse atmazlar..”
Zaten biliyordum bu adamın suskunluğunun altında hinliğin yattığını. Körlük oynuyor ama elinden politik dergiler düşmüyor. Siyasi midir, nedir? Biz birkaç kuşla başa çıkamıyoruz, bu da götürüp bizi devlete bulaştıracak. Zaten arada bir; “Siz yalnız bir insansınız, kapı komşunuz da güzel bir kadın, hem o da yalnız, bir ziyaret etseniz” falan diyor, beni örgütlemeye çalışıyor. Benim kuş da onu duyunca, “Yalnızlıktan öldüm be, azıcık dışarıya çıksan, etrafa şöyle bir baksan” diye bağırıyor, ağaçtaki kuş aile kurma zevkiyle dört köşe, bu adam da beni örgütleyip kuştan ihtilal yaratma sevdasında.
Apartmanın en üst katında oturan ve izinli olduğu her gün eşine bol gözyaşlı hicaz şarkılar söyleten siyasi polis bir kapı önü sohbetimizde; “Elimize geçeni kuş gibi öttürmeden gönderiyorsak şerefsizim” demişti de, insanları neden ille de kuş gibi öttürmeye çalıştıklarını bir türlü anlayamamıştım. İnsan gibi konuştursalardı ya..
Kuş susmuyor! Saat dört otuz..Komşum derin uykuda. Polis komşum evde karısını dövdükten sonra merkezde öttürme mesaisine gideli çok oluyor. Yazamıyorum. Pencereyi açtım, “Bırak uyusun çocuk, ne yaygara yapıyorsun” diye bağırdım kuşa.
“Sen ne anlarsın çocuk büyütmekten asosyal herif” dedi kuş, “Kahvaltısını yapması gerek. Kahvaltı yapmazsa gelişip güçlenemez. Çocuklar mutlaka kahvaltı yapmalılar. Ama yemiyorlar işte. En güzel solucanları bulup getiriyorum, yine de yemiyorlar.”
“Çikolata ver” dedim gırgırla.
“Onu sizin gibi salaklar yaparlar” dedi.
“Terbiyeli ol” diye bağırdım. “Biz yeşil soğan ve çökelekle büyümüş insanız. Kahvaltıda bol bol patates de yemiştik küçükken. Bir zeytini üç kez ısırırdık biz hanımefendi. Ekmek zaten boldu.”
“O yüzden ekmek kafalısınız hepiniz. Çocuklar et yemeli mutlaka.”
“Tamam yedir ne yedirirsen, ama bağırma” diye bağırdım. “Bırak önlerine, acıkınca yerler. Annem öyle derdi, çocuklar nazlanınca üstelememek gerekirmiş. Acıkınca it gibi gelip yerlermiş yemeklerini.“
„Hastir“ dedi kuş.
„Anam sen de Kasımpaşalı’mısın nesin“ dedim, „Ulan enine boyuna bakmıyor bir de dayılanıyorsun. Bir gelirsem yanına..“
„Sıkıysa gel“ dedi, çocuklarından birinin krater gibi açılmış ağzına solucanı sokmaya çalışırken. Vay be, kadına bak. Ben şimdi çıkmaz mıyım o ağacın tepesine, geçirmez miyim yuvanı başına..
Don-gömlek acele çıktım sokağa. Ağaç ağaç değil, Süleymaniye Camisi’nin minaresi. Ama bir kez kabullendik düelloyu, çıkılacak bu ağaca, başka yolu yok. Eğitimliyim, iyi tırmanırım ağaçlara, yuvaya yaklaştım iyice. Pencereden odamın içine bile bakabiliyorum. Bir başka görünüyor buradan odam, darmadağınık, pis, tam yazar odası..
Yuvaya elimi uzattım, birden tepemde belirdi erkek kuş, „Bize mi ulan“ diye bağırdı ve bir gaga indi alnımın ortasına. „Kurşun gelmiş kaşlarının üstüne“ türküsünü söyleyerek inişe geçtim.
Gözümü açtığımda beyazlar giyinmiş biri; „İyi misiniz“ diye sordu. Bilmiyorum, her yanım ağrıyor, özellikle kuşum. Üzerine düşmüşüm. Daha bir kez içinden yavru çıkaramadığım yumurtalarım ağaç dallarına çarparken ezilmiş biraz.
„Neden çıkmak istediniz ağaca“ diye sordu ziyaretime gelen yaşlı komşum. „Kuş“ dedim, „O kuş var ya..“
Güldü adam, „Başkasının kuşuyla uğraşacağınıza kendi kuşunuza dikkat etseydiniz ya“ dedi, „Az kalsın öldürüyormuşsunuz onu. Hem hayvanları sevmek gerek. Ne yaptı zavallı kuş size?“
„Bağırıyor her sabah!“
„Kuşlar bağırmazlar, öterler. Ötme özgürlüğü var kuşların. Anayasalarında yazar böyle. Yani insanların konuşma özgürlükleri olduğu gibi.“
Bu „Özgürlük“ sözcüğünün tehlikeli bir sözcük olduğunu bilecek kadar yaşamışım ben bu ülkede. „Hürriyet“ dese neyse. Sesimi çıkarmadım. Komşum uzun uzun söz etti özgürlüklerden ama ne zaman hemşireler gelse hemen kesti sesini. Kuş kadar değil bu adam, hem özgürlüğü savun, hem de biri yanına gelince tışş!
Hastahaneden çıktığım zaman kuşlar yoktu yuvalarında. Kimse ötmüyordu sabahları, kimse beni uyandırmıyordu. Kocaman bir boşluğun içine düşmüştüm. O kadın kuş haliyle yavrularını büyütmüş, uçurmuştu yuvadan. Kendisi de başka bir ülkeye turist olarak tatile gitmişti. Ben o güne kadar bir tek yavru uçuramamıştım. Belki de bu yüzden tatile gidemiyordum.
kış bizim yaşlı komşunun torunu geldi bir aylığına dedesine bakmaya. Nasıl oldu, nasıl becerdim, bilemiyorum, ona „Cik“ dedim, iki kez de kanatlarına sürtündüm merdivenlerde. O kış evlendik onunla yıldırım nikahıyla. Dedesi çok sevindi torunu hep yanında kalacak diye. Torunundan önce o taşındı benim daireye. Birden üç kişilik ailem oldu. Dede, ben ve kuş karım.
Karım; kanarya, bülbül..Kuğu boyunlu, güvercin bakışlı, serçe gezişli, keklik dilli, kartal kanatlı, kuzgun ısırışlı.. Birazcık feministçe ama olacak o kadar. Yıllarca okumuş okullarda, mürekkep yalamış. Ayrıca biraz da utanmaz, beni sokağın ortasında inadına öpüyor. Felsefemi bile değiştirdi; „Kuşları sevmek gerekli..Kuşları mutlu etmek gerekli..“
Bahar geldi, ağaçtaki yuva yine şenlendi yeniden. Bizim seyyar kuş başladı yine bağırmaya, yanında yine başka bir herif.. Benim kuş hanımım bayılıyor onun bağırtısına, ben de bayılıyorum artık.
Bir yıl sonra yine gördüm o kuşu bir sabah penceremin önünde. Epeyce yaşlanmıştı, tüyleri eski parlaklıklarını yitirmişti. Artık kirli olmayan odamın bir köşesinde, beşikte yatan çocuğumu gösterip; „İyi bak o kuşa“ dedi, „Et yemesi gerekir!“ Sonra da kendi çocukları için solucan toplamaya gitti.
Eşimle karar verdik, onun yavrularıyla birlikte bizim çocuk da biraz büyüyünce ortak koro kurduracağız onlara. Bizim kuş çocuk  solucanı sevmiyor, ama olsun.“

COMMENTS

Ad

ABD,2,Abdulkadir Konuk,37,Açlık,1,adalet,2,ahmet hulisi kırım,1,Aktüel,24,Arap Karaduman,4,ArapKaraduman,4,ceza,1,cocuk,5,ÇOCUK,7,DÜNYA,11,Enver Hoca,4,Erdal Boyoğlu,5,Features,2,Garbis Altinoglu,4,GENÇLIK,7,GÜNCEL,7,Hamit Taqvai,1,Hasan Oguz,7,Hasanali Koroglu,1,Hüseyin Yanaç,14,Individual,1,Irak,1,ibrahim okcuoglu,10,ibrahimokcuoglu,10,ihd,1,İran Komünist İşçi Partisi,1,İran Komünist-işçi Partisi,1,İs,1,İŞÇİ-SENDİKA,8,İŞÇİ-SENDİKA HABERLERİ,12,J.İ. STALİN,3,Jozef Stalin,2,KADIN,11,Karl Marks,1,Kent-Doğa,2,Kitap,5,KÜLTÜR-SANAT,20,KÜTÜPHANE,28,Lenin,5,mahkeme,1,MAKALELER,9,Mao Zedong,2,Mektup,3,Mike Pompeo,1,ogrenci,1,Pompeo,1,SAĞLIK,3,Selahattin Ürün,1,StaffPick,1,Stanford Üniversitesi,1,TPI Kompozit,1,Tutsaklardan,1,Ufuk Bektas Karakaya,1,video,13,Videolar,14,VİDEOLAR,14,Viladimir İliç Lenin,8,YAZARLAR,80,
ltr
item
Özgürhabernet: Bu günlere öykü:ÖZGÜR KUŞ Abdulkadir KONUK
Bu günlere öykü:ÖZGÜR KUŞ Abdulkadir KONUK
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGCr70g0BUzaHs1saRbBIa-k-tETW9vE-DQWNIFRZuyhy-y9rYoHtzx9oMsINfAHf_M5ls8VES8lcecNZa5BSC3axtJAB7CmVHTVVc2ScW5eteNDD7t_dpeN53xqCoV5Tk0TxJqLNj188m/s200/318385_267542660031665_1258356758_n+%25281%2529.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGCr70g0BUzaHs1saRbBIa-k-tETW9vE-DQWNIFRZuyhy-y9rYoHtzx9oMsINfAHf_M5ls8VES8lcecNZa5BSC3axtJAB7CmVHTVVc2ScW5eteNDD7t_dpeN53xqCoV5Tk0TxJqLNj188m/s72-c/318385_267542660031665_1258356758_n+%25281%2529.jpg
Özgürhabernet
https://ozgurhabernet.blogspot.com/2020/03/bu-gunlere-oykuozgur-kus-abdulkadir.html
https://ozgurhabernet.blogspot.com/
https://ozgurhabernet.blogspot.com/
https://ozgurhabernet.blogspot.com/2020/03/bu-gunlere-oykuozgur-kus-abdulkadir.html
true
2439240422895684185
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts VIEW ALL Readmore Reply Cancel reply Delete By Home PAGES POSTS View All RECOMMENDED FOR YOU LABEL ARCHIVE SEARCH ALL POSTS Not found any post match with your request Back Home Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Sun Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy Table of Content