Viladimir İliç Lenin Devlet ve Devrim Marksist Devret Öğretisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri ...
Devlet ve Devrim
Marksist Devret Öğretisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri
Marksist Devret Öğretisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri
İ Ç İ N D E K İ L E R
BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
|
9
|
|
İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
|
11
|
|
BÖLÜM I
SINIFLI TOPLUM VE DEVLET |
13 |
|
1 .
2 . 3 . 4 . |
Uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin ürünü olarak devlet
Özel silahlı adam müfrezeleri, hapishaneler, vb Ezilen sınıfın sömürülmesi aleti olarak devlet Devletin "sönmesi" ve zora dayanan devrim |
13
17 21 26 |
BÖLÜM II
DEVLET VE DEVRİM. 1848-1851 YILLARI DENEYİ |
35 |
|
1 .
2 . 3 . |
Devrimin öngünü
Bir devrim bilançosu Marx 1852'de sorunu nasıl koyuyordu |
35
40 47 |
BÖLÜM III
DEVLET VE DEVRİM. PARİS KOMÜNÜ DENEYİMİ (1871), MARX'IN ÇÖZÜMLEMESİ |
51 |
|
1 .
2 . 3 . 4 . 5 . |
Komüncülerin girişimi neden ötürü kahramancadır?
Yıkılan devlet makinesini neyle değiştirmeli Parlamentarizmin ortadan kaldırılması Ulus birliğinin örgütlenmesi Asalak devletin yıkılması |
51
56 62 70 74 |
BÖLÜM IV
DEVAM. ENGELS'İN TAMAMLAYICI AÇIKLAMALARI |
78 |
|
1 .
2 . 3 . 4 . 5 . 6 . |
"Konut sorunu" ...
Anarşistler ile polemik Bebel'e mektup Erfurt program tasarısının eleştirisi Marx'ın İç Savaş'ının 1891 önsözü Engels ve demokrasinin aşılması |
78
82 87 91 100 107 |
BÖLÜM V
DEVLETİN SÖNMESİNİN EKONOMIK TEMELLERİ |
111 |
|
1 .
2 . 3 . 4 . |
Marx sorunu nasıl koyar
Kapitalizmden komünizme gerçiş Komünist toplumun birinci evresi Komünist toplumun üst evresi |
111
114 121 126 |
BÖLÜM VI
MARKSİZMİN OPORTÜNİSTLER TARAFINDAN ALÇALTILMASI |
136 |
|
1 .
2 . 3 . |
Plekhanov'un anarşistler ile polemiği
Kautsky'nin oportünistler ile polemiği Kautsky'nin Pannekoek ile polemiği |
137
138 147 |
BİRİNCİ BASKIYA SONSÖZ
|
159
|
|
161
|
BİRİNCİ
BASKIYA ÖNSÖZ
Devlet sorunu, günümüzde, teorik bakımdan
olsun, siyasal ve pratik bakımdan olsun, özel bir önem kazanıyor. Emperyalist
savaş, tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmi durumuna dönüşme
sürecini büyük ölçüde hızlandırıp yoğunlaştırdı. Güçlü kapitalist topluluklarla
durmadan daha sıkı bir biçimde kaynaşan devletin çalışan yığınlar üzerindeki
korkunç baskısı, kendini gitgide daha çok gösteriyor. Gelişmiş ülkeler
—"cephe gerileri"nden sözediyoruz bu ülkelerin—, işçiler için askeri
angarya kampları haline geliyortar.
Uzayan savaşın sayısız korkunçluk ve
yıkımları yığınların durumunu dayanılmaz bir hale getiriyor, öfkelerini
artırıyor. Uluslararası proleter devrim açıkça olgunlaşıyor. Bu devrimin devlet
karşısındaki tutumu, pratik bir önem kazanıyor. [sayfa 9]
Onlarca yıllık görece barışçı bir evrim
boyunca birikmiş bulunan oportünizm öğeleri tüm dünyanın resmi sosyalist
partileri içinde egemen durumda olan bir sosyal-şovenizm akımı yaratmıştır. Bu
akım (Rusya'da Plekhanov, Potressov, Breşkovskaya, Rubanoviç, sonra az-buçuk
örtülü bir biçimde Çereteli, Çernov ve hempaları; Almanya'da Scheideman,
Legien, David ve başkaları; Fransa ve Belçika'da Renandel, Guesde, Vandervelde;
İngiltere'de Hyndman ve Fabianlar[2] vb. vb.) sözde sosyalist, pratikte şoven
olan bu akım, "sosyalizm önderleri"nin yalnızca "kendi"
ulusal burjuvazilerinin değil, ayrıca "kendi" devletlerinin de
çıkarlarına alçakça ayak uydurmalarıyla belirlenir, çünkü büyük, devletler
denilen devletlerin çoğu, uzun zamandır, birçok küçük ve güçsüz halkları
sömürüp köleleştiriyorlar. Emperyalist savaş, aslında bu türden bir yağmanın
sürdürülmesi ve paylaşılması için yapılan bir boğuşmadır. Çalışan yığınları,
genel olarak burjuvazinin, özel olarak emperyalist burjuvazinin baskısından kurtarma
savaşımı, "devlet" üzerindeki oportünist önyargılara karşı bir
savaşım olmaksızın, olanaksızdır.
Her şeyden önce Marx ve Engels'in devlet
üzerindeki öğretilerini inceleyecek ve özellikle bu öğretinin unutulmuş ya da
oportünistlerce çarpıtılmış yönleri üzerinde duracağız. Sonra, özel olarak, bu
çarpıtmaların başta gelen, körükleyicisi, bugünkü savaş sırasında utanç verici
bir siyasal batkıya uğrayan II. Enternasyonalin (1889-1914) en ünlü önderi Karl
Kautsky'yi inceleyeceğiz. Son olarak, 1905 ve özellikle 1917 Rus devrimleri
deneyinden çıkartılması gereken en önemli sonuçları ortaya koyacağız. Şu anda
(1917 Ağustosunun başı), 1917 [sayfa 10] devriminin [Şubat Devrimi -ç.]
gelişmesinin birinci evresini tamamladığını görüyoruz; ama genel olarak, bu
devrimin tümü, ancak ve ancak, emperyalist savaşın doğuracağı proleter
sosyalist devrimler zincirinin bir halkası olarak kavranabilir. Öyleyse,
proleter sosyalist devrimin devlet karşısındaki tutumu yalnızca pratik siyasal
bir önem kazanmakla kalmaz, ayrıca ivedi bir güncellik niteliğine de bürünür;
çünkü aslında sözkonusu olan, yığınları, çok yakın bir gelecekte sermaye
boyunduruğundan kurtulmak için yapmaları gereken şey üzerinde aydınlatmaktır.
Yazar
Ağustos 1917
İKİNCİ
BASKIYA ÖNSÖZ
Bu ikinci baskı, birinci baskının hemen
hemen tıpkısıdır. Yalnızca, II. bölüme üçüncü paragraf eklenmiştir.
Yazar
Moskova.
17 Aralık 1918 [sayfa 11]
BÖLÜM I
SINIFLI TOPLUM VE DEVLET
1. UZLAŞMAZ SINIF
ÇELİŞKİLERİNİN ÜRÜNÜ OLARAK DEVLET
Tarihte devrimci düşünürlerin öğretileri
ile, kurtuluşları için savaşım veren ezilen sınıflar önderlerinin öğretileri
başına birçok kez gelen şey bugün de Marx öğretisinin başına geliyor. Egemen
sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla
ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan
ve karaçalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük
devrimcileri zararsiz ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye,
ezilen sınıfları "teselli etmek" ve onları aldatmak için adlarını bir
ayla (hâle) ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri
içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği
giderilir. Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte marksizmi
"evcilleştirme" biçimi üzerinde birleşiyorlar. Ögretinin devrimci
yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor [sayfa 13] ve değiştiriliyor.
Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılıyor
ve övülüyor. Bugün bütün sosyal-şovenler, —gülmeyin!—
"marksist"tirler. Ve daha düne dek marksizmin kökünü kazıma işinde
uzmanlaşmış burjuva Alman bilginleri, şimdi bir soygun savaşının yürütülmesi
için son derece iyi örgütlenmiş o işçi sendikalarını eğitecek bir
"ulusal-Alman" Marx'tan gitgide daha sık sözediyorlar!
Bu durum karşısında, marksizmin
çarpıtılmalarının bu görülmemiş yayılışı karşısında, görevimiz, her şeyden
önce, Marx'ın devlet üzerindeki öğretisini yeniden kurmaktır. Bunun için, Marx
ve Engels'in kendi yapıtlarından birdizi uzun alıntı, zorunlu. Bu uzun
alıntıların açıklamayı ağırlaştıracakları ve onu daha popüler duruma getirmeye
hiç de yardımcı olmayacakları kuşkusuz. Ama bunu yapmamak da kesinlikle
olanaksız. Okuyucunun, bilimsel sosyalizmin kurucularının bütün görüşlerini ve
bu görüşlerin gelişmesini anlayabilmesi için, ve bu görüşlerin bugün egemen
bulunan "kautskizm" tarafından nasıl çarpıtıldıklarının belgelere
dayanarak gösterilmesi ve ortaya konması için de, Marx ve Engels'in devlet
konusundaki yapıtlarının bütün parçaları ya da hiç değilse bütün canalıcı
parçaları, olabildiğince eksiksiz bir biçimde aktarılmalıdır.
Friedrich Engels'in altıncı bir baskısı
1894'te Stuttgart'da yayınlanmış bulunan ve en yaygın yapıtı olan Ailenin, Özel
Mülkiyetin ve Devletin Kökeni'nden başlayalım. Aktarmaları Almanca asıllarına
göre çevirmemiz gerekecek; çünkü Rusça çeviriler, çok sayıda olmalarına karşın,
ya eksik ya da çok kusurludurlar. [sayfa 14]
Engels, tarihsel çözünilemesinden
sonuçlar çıkartırken şöyle der:
"Devlet topluma dışardan dayatılmış
bir erklik değildir. Hegel'in ileri sürdüğü gibi, 'ahlâk düşününün gerçekliği',
'aklın imgesi ve gerçekliği' de değildir. Devlet, daha çok, toplumun,
gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu toplumun, önlemekte
yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendikendisiyle
çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, karşıtlıkların, yani
karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu, kısır bir
savaşım içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan
çatışmayı hafifletmesi, "düzen" sınırları içinde tutması gereken bir
erklik gereksinimi kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde
yer alan ve ona gitgide yabancılaşan bu erklik, devlettir" (6. Almanca
baskı, s. 177-178)[3]
Burada, marksizmin, devletin tarihsel
rolü ve anlamı üzerindeki temel düşünü tüm açıklığıyla dile getirilmiş
bulunuyor. Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve
belirtisidir. Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak
olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine; devletin varlığı da,
sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduklarini tanıtlar.
Marksizmin, iki ana çizgi izleyen
çarpıtılması işte bu özsel ve temel nokta üzerinde başlar.
Bir yanda, karşıçıkılması olanaksız
tarihsel olguların baskısı altında, nerede sınıf çelişkileri ve sınıf
savaşımları varsa, ancak orada devletin varolduğunu kabul etmek zorunda kalan
burjuva ve özellikle küçük-burjuva ideologlar, devlet'i sınıfların [sayfa 15]
bir uzlaşma organı olarak ortaya çıkartacak biçimde, Marx'ı "tashih"
ederler. Marx'a göre, eğer sınıflararası uzlaşma olanaklı olsaydı devlet ne ortaya
çıkabilir, ne de ayakta kalabilirdi. Bol bol Marx'tan sözeden hamkafa
profesörler ve gazete yazarlarına göre, devletin rolü, sınıfları
uzlaştırmaktır. Marx'a göre, devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın
bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır; sınıflar arasındaki çatışmayı
hafifleterek, bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir "düzen"in
kurulmasıdır.
Küçük-burjuva siyasetçilerin kanısına
göre, düzen, sınıfların uzlaşmasıdır, yoksa bir sınıfın bir başka sınıf
tarafından ezilmesi değil; çatışmayı hafifletmek demek, uzlaştırmak demektir,
yoksa baskıcıları devirmek için savaşım veren ezilen sınıfların elinden bazı
savaş araç ve yöntemlerini çekip almak değil.
Böylece, 1917 devriminde [Şubat Devrimi
-ç.], devletin anlamı ve rolü sorunu, pratik bakımdan ivedi bir eylem sorunu,
üstelik bir yığın eylemi sorunu olarak tüm genişliğiyle ortaya çıktığı zaman,
Devrimci-Sosyalistler ile Menşeviklerin hepsi, hemen ve gözlerini kırpmadan,
sınıfların devlet tarafından "uzlaştırılması" küçük-burjuva teorisine
dörtelle sarıldılar. Bu iki partideki siyaset adamlarının sayısız karar ve
makalelerinin hepsi, bu küçük-burjuva ve hamkafa "uzlaşma" teorisinin
etkisini taşır. Devletin, kendi karşıtıyla (kendisine karşıt olan sınıfla)
uzlaşması olanaksız belirli bir sınıfın egemenlik organı olması, küçük-burjuva
demokrasisinin hiçbir zaman anlayamadığı bir şeydir. Bizim
Devrimci-Sosyalistlerimizle Menşeviklerimizin devlet karşısında takındıkları
[sayfa 16] tutum, onların hiç de sosyalist değil (bunu biz Bolşevikler, hep
tanıtladık), sözde-sosyalist laf ebeliği meraklısı küçük-burjuva demokratları
olduklarını gösteren en açık kanıtlardan biridir.
Öte yanda, marksizmin çok daha ince olan
"kautskist" çarpıtılması var. Burada "teorik olarak", ne
devletin bir sınıf egemenliği organı olduğuna karşı çıkılır, ne de sınıflar
arasındaki çelişkilerin uzlaşmaz olduğuna. Ama şu olgu gözden kaçırılır ya da
üstü örtülür. Eğer devlet, sınıflar arasındaki çelişkilerin uzlaşmaz olduğu
gerçeğinden doğduysa, eğer toplumun üzerinde ve "ona gitgide
yabancılaşan" bir iktidar ise, açıktır ki, yalnızca zora dayanan bir
devrim olmaksızın değil, ayrıca egemen sınıf tarafından yaratılmış bulunan ve
içinde o "yabancı" niteliğin maddeleştiği devlet iktidarı aygıtı da
ortadan kaldırılmaksızın, ezilen sınıfın kurtuluşu olanaksızdır. Teorik
bakımdan kendibaşına açık olan bu sonucu, daha sonra göreceğimiz gibi, Marx,
devrimin görevlerinin somut tarihsel çözümlemesinden yetkin bir belginlikle
çıkarmıştır. Ve işte Kaustky'nin ... unutup çarpıttığı şey de bu
sonuçtur—açıklamamızın ilerisinde bunu ayrıntılı olarak göstereceğiz.
2. ÖZEL SİLAHLI ADAM
MÜFREZELERİ, HAPİSHANELER vb.
"... Devlet, eski gentilice
örgütlenmeye göre, ilkin uyruklarının toprağa göre dağıtılmasıyla
belirlenir..." diye devam eder Engels.
Bu dağılım bize "doğal"
görünür, ama aşiretler ya da klanlar biçimindeki eski örgütlenmeye karşı uzun
soluklu bir savaşımı gerektirmiştir. [sayfa 17]
"... İkinci olarak, bizzat silahli
güç halinde örgütlenen halkla artık doğrudan doğruya aynı şey olmayan bir kamu
gücünün kuruluşu gelir. Bu özel kamu gücü zorunludur; çünkü, sınıflara
bölünmeden sonra, halkın özerk bir silahlı örgütlenmesi olanaksız duruma
gelmiştir... Bu kamu gücü her devlette vardır; yalnızca silahlı adamlardan
değil, ama maddi eklentilerinden de, gentilice toplumun bilmediği hapishaneler
ve her türlü ceza kurumlarından da bileşir..."
Engels, toplumdan doğan, ama onun üstünda
yer alan ve gitgide ona yabancılaşan ve devlet denilen bu "güç"
kavramını geliştirir. Bu güç başlıca neye dayanır? Elleri altında hapishaneler
vb. bulunan özel silahlı adam müfrezelerine.
Özel silahlı adam müfrezelerinden sözetme
hakkına sahibiz; çünkü her devlete özgü kamu gücü, silahlı halkla, "halkın
özerkli silahlı örgütlenmesi" ile, "artık doğrudan doğruya aynı şey
değildir".
Bütün büyük devrimci düşünürler gibi,
Engels de, bilinçli işçilerin dikkatini, egemen hamkafalığa en az dikkate değer
ve en alışılmış görünen, yalnızca katı değil, taşlaşmış denebilecek önyargılar
tarafından onaylanmış bulunan şey üzerine çekmeye çalışır. Sürekli ordu ve
polis, devlet iktidarının başlıca güç aletleridir; ama başka türlü nasıl
olabilirdi?
Engels'in seslendiği ve yakından ne bir
tek büyük devrim yaşamış ve ne de görmüş olan 19. Yüzyıl sonu Avrupalılarının
büyük çoğunluğu için, başka türlü olamazdı. Onlar, "halkın özerkli silahlı
örgütlenmesi"nin ne olduğunu hiç mi hiç anlayamazdılar. Toplumun üzerinde
yer alan ve ona [sayfa 18] yabancilaşan özel silahli adam müfrezeleri (polis,
sürekli ordu) zorunluluğunun neden ortaya çıktığı sorusunu, Batı Avrupa
ülkeleri ve Rusya'daki hamkafalar, toplumsal yaşamın artan karmaşıklığını,
görevlerin ayrlşmasını vb. anımsatarak, Spencer ya da Mihaylosvki'den alınmış
iki-üç tümce ile yanıtlama eğilimindedirler.
Bu anımsatma "bilimsel" bir
görünüşe sahiptir; ama asıl önemli olanı, özseli: toplumun, birbirine amansızca
düşman sınıflar biçimindeki bölünüşünü gölgede bırakarak bilisiz halkı iyice
uyutur.
Toplumun bu sınıflara bölünüşü olmasaydı,
"halkın özerkli silahlı örgütlenmesi", sopalarla silahlanan bir
maymun sürüsünün ilkel örgütlenmesi, ya da ilkel ya da klanlar biçiminde
birleşmiş insanların ilkel örgütlenmesinden, karmaşıklığıyla, tekniğinin yüksek
düzeyiyle vb. ayrılırdı; ama olanaklı olurdu.
Oysa bu olanaksızdır; çünkü uygar toplum,
düşman sınıflar biçiminde ve üstelik "özerkli silahlanmaları"
aralarında silahlı bir savaşıma yolaçabilecek, amansızca düşman sınıflar
biçiminde bölünmüştür. Devlet kurulur; özel bir güç, özel silahlı adam
müfrezeleri meydana gelir; ve her devrim, devlet aygıtını yıkarken, arı durumda
bir sınıflar savaşımı örneği verir, egemen sınıfın kendisine hizmet eden silahlı
adam müfrezelerini yeniden kurmak, ezilen sınıfınsa, sömürücülere değil,
sömürülenlere hizmet etmeye yetenekli bu tür yeni bir örgüt kurmak için nasıl
çabaladıklarını bize en açık bir biçimde gösterir.
Aktarılan parçada, Engels, her büyük
devrimin pratik olarak, somut olarak ve bir yığın eylemi [sayfa 19] ölçüsünde
ortaya koyduğu sorunu, yani "özel" silahlı adam müfrezeleri ve
"halkın özerkli silahlı örgütlenmesi" arasındaki, ilişkiler sorununu,
teorik olarak koyuyor. Bu sorunun, Avrupa ve Rus devrimleri deneyiyle somut
olarak nasıl aydınlandığını göreceğiz.
Ama, gene Engels'in açıklamasına dönelim.
Engels, bazan, örneğin Kuzey Amerika'nın
bazı bölgelerinde, bu kamu gücünün güçsüz olduğunu (Kuzey Amerika'nın,
emperyalizm-öncesi dönemde, özgür kolonun ağır bastığı bölgeleri —kapitalist
toplumda çok ender bir istisna— sözkonusudur), ama, genel bir biçimde,
güçlendiğini gösterir.
"... devlet içindeki sınıf
çelişkileri belirginleştiği ve sınırdaş devletler daha büyük ve daha kalabalık
bir duruma geldiği ölçüde, onun da gücü artar - daha çok, sınıf savaşımları ve
fetih rekabetinin, kamu gücünü, tüm toplumu, hatta devleti yutmakla tehdit
edecek derecede artırmış bulundukları bugünkü Avrupamızı düşünelim..."
Bu satırlar, en geç 90 yıllarının
başlarında yazılmıştır. Engels'in son önsözü 16 Haziran 1891 tarihini taşır. Bu
çağda, emperyalizme yöneliş —tröstlerin mutlak egemenliği, büyük bankaların
kudreti, büyük sömürge politikası vb.— Fransa'da yeni başlamıştı; Kuzey Amerika
ve Almanya'da henüz başlamak üzereydi. O, zamandan beri, "fetihler
rekabeti" bir dev adımı attı; öyle ki, 1910'dan az sonra yeryüzü
"rakip fatihler", yani büyük soyguncu devletler arasında tamamen
paylaşılmış bulunuyordu. O zamandan beri, askeri ve bahri silahlanma korkunç
bir biçimde arttı; ve İngiltere'nin ya da Almanya'nın dünya üzerindeki
egemenliği [sayfa 20] ve ganimet paylaşmak için yapılan 1914-1917 çapul savaşı
sırasında, açgözlü bir devlet iktidarı, toplumun bütün güçlerini
"yuttu", o derecede ki, bütünsel bir yıkım eşiğinde bulunuluyor.
Engels, daha 1891'de "fetihler
rekabeti"nin, büyük devletlerin dış politikasındaki bellibaşlı ayırdedici
çizgilerden biri olduğunu göstermesini bilmişti. Oysa, 1914-1917'de, aşırı
derecede yeğinleşmiş bulunan bu rekabet, emperyalist savaşa yolaçtığı bir anda,
sosyal-şovenizm kopukları, "yurt savunması", "cumhuriyetin ve
devrimin korunması" vb. üzerindeki parlak sözlerle, "kendi"
burjuvazilerinin soyguncu çıkarlarının korunmasını maskeliyorlar!
3. EZİLEN
SINIFIN SÖMÜRÜLMESI ALETİ OLARAK DEVLET
Toplumun üstünde yer alan özel bir kamu
gücünü beslemek için, vergiler ve devlet borçları gerekli hale gelir.
Engels şöyle yazar:
"Kamu gücünü ve vergileri ödetme
hakkınıkullanan memurlar, toplumun organları olarak, toplumun üstünde yer
alırlar. Gentilice örgütlenme organlarına gösterilen içten gelme saygı,
memurlara karşı da bu saygının gösterildiğini varsaysak bile, onlara yetmez ...
onların yetkesini, onlara bir kutsallık ve özel bir dokunulmazlık kazandıran
olağanüstü yasalarla sağlama bağlamak gerekir... En değersiz polis memuru,
gentilice toplumdaki bütün organların birarada sahip olduklarından çok
"yetke" sahibidir; ama en güçlü prens, en büyük devlet adamı, ya da
uygarlığın en büyük [sayfa 21] askeri şefi, en küçük gentilice şefin mazhar
olduğu içten gelme ve söz götürmez saygıyı kıskanabilir..."
Devlet iktidarı organlan olarak
memurların ayrıcalıklı durumu sorunu, böylece konmuş bulunuyor. Aslolan, onları
toplum üstüne koyan şeyin ne olduğunu bilmektir. Pratikte bu teori sorununun,
Paris Komünü tarafından 1871'de nasıl çözülmüş ve Kautsky tarafından 1912'de
gerici bir anlayış içinde nasıl gürültüye getirilmiş olduğunu göreceğiz.
"Devlet, sınıf karşıtlıklarını
frenleme gereksiniminden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması
ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, ekonomik bakımdan
egemen olan ve bunun sayesinde siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen
ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni
araçlar kazanan sınıfın devletidir..." Antik devletle feodal devlet,
kölelerle serflerin sömürülmesi organı oldular; ama yalnızca onlar değil,
"modern temsili devlet de, ücretli emeğin sermaye tarafından sümürülmesi
aletidir. Bununla birlikte istisna olarak, savaşım durumundaki sınıfların denge
tutmaya çok yaklaştıkları öyle bazı dönemler olur ki, devlet gücü sözde aracı
olarak, bir zaman için bu sınıflara karşı belirli bir bağımsızlık durumunu
korur". ...Yani, 17. ve 18. Yüzyılların mutlak hükümdarlıkları gibi,
Fransa'da Birinci ve İkinci imparatorluğun bonapartizmi gibi, Almanya'da
Bismarck gibi.
Buna, Sovyetlerin, küçük-burjuva
demokratlar tarafından yönetilmeleri nedeniyle henüz güçsüz, buna karşılık
burjuvazinin de Sovyetleri [sayfa 22] dağıtmak için henüz yeterince güçlü
olmadığı bir anda. devrimci proletaryayı ezmeye başladıktan sonra, Cumhuriyetçi
Rusya'daki Kerenski hükümeti gibi, diye ekleyeceğiz.
Engels, "zenginlik, iktidarını
demokratik cumhuriyette, dolaylı ama bir o kadar da güvenli bir biçimde
gösteriyor" diye sürdürür; şöyle ki: ilk olarak, "memurların düpedüz
rüşvet yemesi" (Amerika), ikinci olarak da, "hükümetle borsa
arasındaki bağlaşma" (Fransa ve Amerika) aracıyla.
Bugün, hangisi olursa olsun, bütün
demokratik cumhuriyetlerde, emperyalizm ve bankalar egemenliği, zenginliğin
sınırsız gücünü savunmak ve kullanmak için yararlanılan bu iki aracı, ender bir
sanat haline getirecek derecede "geliştirdi". Eğer, örneğin Rusya
Demokratik Cumhuriyetinin daha ilk aylarında, "sosyalistler"in
—Devrimci-Sosyalistler ve Menşevikler— burjuvazi ile koalisyon hükümeti
içindeki evliliklerinin, deyim yerindeyse, balayı sırasında, Bay Palçinski,
kapitalistleri tedirgin etmeyi ve onların tekerine taş koymayı, askeri siparişler
yoluyla devlet hazinesini soymalarını engellemeyi gözeten bütün önlemleri
baltalamışsa, ve daha sonra bakanlıktan ayrılmış (ve elbette yerine tastamam
aynı bir başka Palçinski geçmiş) olan Bay Palçinski, eğer kapitalistler
tarafından yılda 120.000 ruble tutan bir arpalıkla "ödüllendirilmiş"
ise, bu nedir? Dolaysız ya da dolaylı rüşvet mi? Yoksa hükümetle kapitalist
sendikalar [tröstler] arasında bir bağlaşma, ya da "yalnızca" dostça
ilişkiler mi? Çernov ve Çereteli'lerin, Avksentiev ve Skobelevlerin oynadıkları
rol nedir? Devlet hazinesine el atan milyonerlerin "dolaysız"
bağlaşıkları mıdırlar, yoksa sadece dolaylı bağlaşıkları mı? [sayfa 23]
Artık siyasal mekanizmanın bu tür
eksikliklerine ve kapitalizmin siyasal zarfındaki kusurlara bağımlı olmadığı
için, "zenginlik"in sınırsız gücü demokratik cumhuriyette daha
güvenliktedir. Demokratik cumhuriyet, kapitalizmin olanaklı olan en iyi politik
biçimidir; çünkü sermaye, demokratik cumhuriyeti (Palçinski, İgernov, Çereteli
ve hempaları aracılığıyla) ele geçirdikten sonra, iktidarını öyle sağlam, öyle
güvenli bir biçimde kurar ki, burjuva demokratik cumhuriyetindeki hiçbir kişi,
kurum ya da parti değişikliği, onu sarsamaz.
Ayrıca genel oy hakkını burjuvazinin
egemenlik aleti olarak nitelendirdiği zaman, Engels'in büsbütün kesin ve açık
olduğunu da belirtmek gerekir. Alman sosyal-demokrasisinin uzun deneyini açıkça
hesaba katan Engels, "genel oy hakkı... işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi
sağlayan bir göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey
olamaz ve hiçbir zaman da olmayacaktır" der.
Bizim Devrimci-Sosyalistlerimizle
Menşeviklerimiz gibi küçük-burjuva demokratları, tıpkı ikiz kardeşleri olan
Batı Avrupa sosyal-şoven ve oportünistlerinin tümü gibi, genel oy hakkından
açıkça "daha çok" bir şey beklerler. Genel oy hakkının, "bugünkü
devlet içinde", emekçiler çoğunluğunun iradesini gerçekten dile getirmeye
ve bu iradenin yerine getirilmesini sağlamaya yetenekli olduğu düşününü
paylaşır ve bu yanlış düşünü halka da aşılarlar.
Burada, yalnızca, Engels'in açık, belgin
ve somut açıklamasının, "resmi" (yani oportünist) sosyalist
partilerin propaganda ve ajitasyonunda her [sayfa 24] an değiştirilip
çarpıtıldığına işaret ederek, bu yanlış düşünün altını çizmekten başka bir şey
yapamayız. Marx ve Engels'in "bugünkü" devlete ilişkin görüşleri
üzerindeki açıklamamızın devamı, Engels'in burada çürüttüğü anlayışın bütün
yanlışlığını ayrıntılı bir biçimde ortaya koyar.
Engels, en tanınmış yapıtında [Ailenin,
Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni -ç.] görüşlerini toplu bir biçimde şöyle özetler:
"Demek ki, devlet düşünülemiyecek
bir zamandan beri varolan bir şey değildir. İşlerini onsuz gören, hiçbir devlet
ve devlet erkliği düşünü bulunmayan toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara
bölünmesine zorunlu olarak bağlı olan belirli bir ekonomik gelişme aşamasında,
bu bölünme, devleti bir zorunluluk durumuna getirdi. Şimdi, üretimde, bu
sınıfların varlığının yalnızca bir zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp,
üretim için gerçek bir engel de olduğu bir gelişme aşamasına hızlı adımlarla
yaklaşıyoruz. Bu sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya
çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla
birlikte, devlet de, kaçınılmaz bir biçimde, yokolur. Üreticilerin özgür ve
eşitçi bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum, tüm
devlet makinesini, bundan böyle kendisine lâyık olan yere, bir kenara
atacaktır: âsâr-ı antika müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına..."
Çağdaş sosyal-demokrasinin propaganda ve
ajistasyon yazınında bu alıntıya pek rastlanmaz. Rastlandığı zaman da, bu
metni, sanki bir ikon önünde eğilmek istercesine, yani şu "tüm devlet
makinesinin âsâr-ı antika müzesine atılması"nı içeren [sayfa 25] devrimin
genişlik ve derinliği üzerinde en küçük bir düşünme çabası olmaksızın, Engels'e
resmen saygı göstermek için aktardıkları görülür. Hatta çoğu zaman onlarda,
Engels'in devlet makinesi demekle söylemek istediği şey, pek de anlaşılmışa
benzemez.
4. DEVLETİN
"SÖNMESİ" VE ZORA DAYANAN DEVRİM
Engels'in, devletin "sönmesi"
üzerindeki formülleri öylesine yaygın, öylesine yinelenen, oportünist salçalı
uzlaşmacı marksizmin alışılmış sahteciliğinin temelinde ne yattığını öylesine
ortaya koyan şeylerdir ki, onlar üzerinde uzun uzun durmak gerekir. Bu formüllerin
çıkarıldığı parçayı tüm olarak aktaralım:
"Proletarya devlet iktidarını ele
geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür. Ama,
bunu yapmakla, proletarya olarak kendikendini ortadan kaldırır, bütün sınıf
ayrımları ile sınıf karşıtlıklarını, ve aynı biçimde, devlet olarak devleti de
ortadan kaldırır. Sınıf karşıtlıkları içinde evrimlenen daha önceki toplumun
devlete, yani her durumda, sömürücü sınıfın kendi dış üretim koşullarıni
sürdürmek, öyleyse özellikle sömürülen sınıfı varolan üretim biçimi (kölelik,
toprak köleliği, ücretlilik) tarafından verilmiş baskı koşulları içinde tutmak
için kurduğu bir örgüte gereksinimi vardı. Devlet, tüm toplumun resmi
temsilcisi, onun gözle görülür bir kurul biçimindeki bireşimiydi, ama bu, tüm
toplumu, zamanı için, kendi başına temsil eden sınıfın devleti: ilk çağda köle
sahibi yurttaşların, orta çağda feodal soyluluğun, [sayfa 26] çağımızda
burjuvazinin devleti olduğu ölçüde böyleydi. Sonunda gerçekten tüm toplumun
temsilcisi durumuna geldiği zaman, kendikendini gereksiz kılar. Baskı altında
tutulacak hiçbir toplumsal sınıf kalmayınca, sınıf egemenliği ve üretimdeki
güncel anarşi üzerine kurulu bireysel yaşama savaşımı ile birlikte, bunlardan
doğan çatışma ve aşırılıklar da ortadan kalkınca, artık bir baskı altında
tutulacak hiçbir şey yok demektir ve özel bir baskı iktidarı, bir devlet,
zorunlu olmaktan çıkar. Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak
göründüğü ilk eylem —üretim araçlarına toplum adına elkonması—, aynı zamanda
onun devlete özgü son eylemidir de. Devlet iktidarının toplumsal ilişkilere
korışması, bir alandan sonra bir başkasında gereksiz duruma gelir ve sonra
kendiliğinden uykuya dalar. Kişilerin hükümeti yerini, şeylerin idaresi ve
üretim işlemlerinin yönetimine bırakır. Devlet "ilga" edilmez, söner.
"Özgür halk devleti" üzerindeki kof tümcenin, ajitasyon aracı olarak
geçici doğruluğu bakımından olduğu kadar, bilimsel düşün olarak kesin
yetersizliği bakımından da değerlendirilmesini; bunun gibi, anarşist denilen
kimselerin, devletin bugünden yarına ortadan kaldırılması yolundaki
istemlerinin değerlendirilmesini de, işte bu sağlar" (Anti-Dühring;
"Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor", 3. Almanca baskı, s.
301-303).[4]
Yanılgıya düşmekten çekinmeksizin
söylenebilir ki, Engels'in düşünce zenginliği bakımından çok dikkate değer bu
yazısı, bugünkü sosyalist partilerde, Marx'a göre devletin ortadan
"kaldırılması" yolundaki anarşist öğretinin tersine,
"sönmesi"nin doğruluğu yolundaki bilgiden başka bir sosyalist [sayfa
27] düşünce izi bırakmamıştır. Marksizmi bu biçimde güdükleştirmek, onu
oportünizme indirgemek demektir; çünkü, böylesine bir "yorum"dan
sonra, bulanık, yavaş, eşit, kerteli, sıçramasız-patlamasız, devrimsiz bir
değişiklik düşüncesinden başka bir şey kalmaz. Devletin "sönmesi"
kavramı, yığınlar arasında genellikle yaygın bulunan günlük anlayışı içinde,
hiç kuşku yok ki, devrimin uyutulması, hatta yadsınmasıdır.
Oysa, böylesine bir "yorum",
marksizmin, yalnızca burjuvazi için yararlı, ve teorik olarak, örneğin
Engels'in in extenso aktardığımız "vargı"larında belirtilmiş bulunan
başlıca koşul ve düşüncelerin unutulması üzerine kurulu en kaba
çarpıtılmalarından biri olmaktan başka bir şey değildir.
Birinci olarak: Usavurmasının başında,
Engels, proletaryanın devlet iktidarını eline geçirerek, "böylece devlet
olarak devleti ortadan kaldırdığını" söyler. Bunun ne anlama geldiğini
düşünmek "âdet olmamıştır". Çoğunlukla, ya bunun anlamı hiç
anlaşılmıyor, ya da burada, Engels bakımından, "hegelci bir gevşeklik"
gibi bir şey görülüyor. Gerçeklikte, bu sözler proleter devrimlerin en
büyüklerinden birinin deneyini, sırası gelince, üzerinde uzun uzun duracağımız
1871 Paris Komünü deneyini, kısaca dile getitirler.
Engels burada, proletarya devrimiyle
burjuvazinin devletinin "ortadan kaldırılma"sından sözeder; oysa
"sönme" üzerine söylediği şeyler, sosyalist devrimden sonra, proleter
devletten ne kalmışsa onunla ilgilidir. Engels'e göre, burjuva devlet
"sönmez"; devrim sırasında proletarya tarafından "ortadan kaldırılır".
Bu devrimden sonra sönen [sayfa 28] şey, proleter devlet, başka bir deyişle,
bir yarı-devlettir.
İkinci olarak: Devlet "özel bir
baskı gücüdür". Engels'in bu hayranlık verici ve son derece derin
tanımlaması burada en yetkin bir açıklıkla dile getirilmiştir. Bundan şu sonuç
çıkar: proletaryaya karşı burjuvazi tarafından milyonlarca emekçiye karşı
biravuç zengin tarafından kullanılan bu "özel baskı gücü" yerine,
burjuvaziye karşı proletarya tarafından uygulanan bir "özel baskı
gücü"nün (proletarya diktatorası) geçmesi gerekir. "Devletin devlet
olarak ortadan kalkması"nın anlami, işte budur. Ve toplum adına üretim
araçlarına elkoma "eylem"inin de anlamı budur. Kendiliğinden
anlaşılır ki, bir "özel gücün" (burjuvazinin devleti) bir başka
"özel güçle" (proletaryanın devleti) böylesine bir yer değiştirmesi
hiçbir zaman "sönme" biçiminde olamaz.
Üçüncü olarak: Bu "sönme", ya
da daha renkli bir deyimle, bu "uykuya dalma"yı, Engels, hiçbir anlam
belirsizliğine yer vermeksizin, "devlet tarafından, toplumun tümü adına
üretim araçlarına elkoma"dan sonraki, yani sosyalist devrimden sonraki
döneme erteliyor. Hepimiz biliriz ki, "devlet"in o andaki siyasal
biçimi en tam demokrasidir. Ama, marksizmi utanıp sıkılmadan çarpıtan oportünistlerden
hiçbirinin aklına gelmez ki, bu durumda Engels'te sözkonusu olan şey
demokrasinin "uykuya dalma"sı ve "sönme"sidir. Bu, ilk
bakışta çok garip görünür. Bununla birlikte, bu ancak demokrasinin de bir
devlet olduğu ve bunun sonucu, devlet yokolduğu zaman, aynı biçimde
demokrasinin de yokolacağı gerçeğini düşünmeyen biri için
"anlaşılmaz" bir şeydir. Burjuva devleti [sayfa 29] ancak devrim
"ortadan kaldırabilir". Genel olarak devlet, yani en tam demokrasi
ise, ancak "sönebilir".
Dördüncü olarak: Engels, ünlü "devlet
söner" tezini formüle ederken, bu tezin hem oportünistlere, hem de
anarşistlere karşı yöneltildiğini somut bir biçimde gösterir. Ve Engels'te asıl
önemli olan şey, onun "devletin sönmesi" tezinden çıkarılmış bulunan
ve oportünistleri hedef alan sonuçtur.
Devletin "sönmesi" konusunda
bir şey okumuş, ya da bundan sözedildiğini duymuş 10.000 kişiden 9990'ının,
Engels'in bu tezin sonuçlarını yalnızca anarşistlere karşı yöneltmediğini ya
hiç bilmedikleri, ya da artık unutmuş oldukları üzerine bahse girilebilir. Ve
geri kalan on kişinin dokuzu da, "özgür halk devleti"nin nemene bir
şey olduğunu, ve bu belgiye saldırmakla, neden oportünistlere de saldırılmış
bulunulduğunu kuşkusuz bilmez. Tarihi böyle yazıyorlar! Büyük devrimci
öğretiyi, egemen hamkafalığa çaktırmadan, yavaş yavaş, böyle uyduruyorlar.
Anarşistlere karşı olan sonuç bin kez ele alınmış, bayağılaştırılmış, en dar
düşünceli bir biçimde kafalara sokulmuştur; bir önyargı gücü kazanmıştır bu
sonuç. Oportünistlere karşı olan sonuç ise, karanlıkta kalmış ve
"unutulmuş"tur!
"Özgür halk devleti", 70
yıllarında Alman sosyal-demokratlarının programında yazılı bir istemdi ve onlar
arasında günlük bir formül durumuna gelmişti. Herhangi bir siyasal içerikten
yoksun olan bu belgi, demokrasi kavramının küçük-burjuvaca ve tumturaklı bir
çevirisinden başka bir şey içermez. Demokratik cumhuriyete yasal bir
anıştırmada [sayfa 30] bulunulduğu ölçüde, Engels, ajitasyon amacıyla,
"bir zaman için", bu belgiyi "doğrulama"ya hazırdı. Ama bu
bir oportünist belgiydi; çünkü yalnızca burjuva demokrasisini allayıp pullamaya
yönelmekle kalmıyor, ayrıca genel olarak her tür devlete karşı yöneltilmiş
sosyalist eleştiri konusunda da bir anlama yetersizliğini gösteriyordu. Biz,
proletarya için, kapitalist rejimde en iyi devlet biçimi olarak demokratik
cumhuriyetten yanayız; ama unutmaya da hakkımız yoktur ki, hatta en demokratik
burjuva cumhuriyetinde bile, halkın nasibi, ücretli kölelikten başka bir şey
değildir. Sonra, her devlet, ezilen sınıfa karşı yöneltilmiş "özel bir
baskı gücü"dür. O halde, hiçbir devlet, ne özgürdür, ne de halk devleti.
Bunun böyle olduğunu, Marx ve Engels, 70 yıllarında, parti arkadaşlarına birçok
kez açıklamışlardır.
Beşinci olarak: Engels'in, devletin
sönmesi konusunda bir usavurma bulunduğunu herkesin anımsadığı bu aynı yapıtı,
zora dayanan devrimin önemi üzerine bir başka usavurma da içerir. Zora dayanan
devrimin oynadığı tarihsel role verdiği değer, Engels'te zora dayanan devrimin
gerçek bir övgüsü durumuna dönüşür. Ama bunu "kimse anımsamaz";
günümüzün sosyalist partilerinde, bu düşünün öneminden sözetmek, hatta bunu
düşünmek, usülden değildir; yığınlar arasındaki günlük propaganda ve
ajitasyonda, bu düşünler hiçbir rol oynamaz. Oysa, bu düşünler, devletin
"sönmesi" düşünüyle birlikte, uyumlu bir bütün oluşturur ve ona
çözülmezcesine bağlı bulunurlar.
İşte Engels'in bu usavurması:
"... Ama zor, tarihte, başka bir
rol" (kötülük kaynağı olmaktan başka bir rol), "devrimci bir
rol" [sayfa 31] de oynarmış; Marx'ın sözlerine göre, bağrında yeni bir
toplum taşıyan her eski toplumun ebesiymiş; toplumsal hareketin, sayesinde
donmuş ve ölmüş siyasal biçimleri altettiği ve parçaladığı aletmiş, — bunlardan
Bay Dühring'de tek söz bile yok. İktisadi sömürü rejimini devirmek için, zorun belki
de —ne yazık ki!— zorunlu olacağını iç çekmeler ve inlemeler içinde kabul eder.
Çünkü her zor kullanımı, onu kullananın ahlâkını bozar. Ve bu, her muzaffer
devrimin sonucu olmuş olan yüksek bir ahlâki ve entellektüel atılım karşısında
ileri sürülür! Halka belki de zorla kabul ettirilebilecek zorlu bir çatışmanın,
hiç değilse Otuz Yıl Savaşı utancından sonra ulusal bilince işlemiş bulunan
kölelik ruhunun kökünü kazıma üstünlüğüne sahip bulunduğu Almanya'da ileri
sürülür! Demek bu sönük, tatsız ve güçsüz vaiz anlayışı, kendini tarihin
gördüğü en devrimci partiye zorla kabul ettirme sevdasında!"
(Anti-Dühring, 3. Almanca baskı, s. 193, 2. kısım, IV. bölümün sonu.)
Engels'in 1878'den 1894'e, yani ta
ölümüne dek Alman sosyal-demokratlarına durmamacasına yaptığı, bu zora dayanan
devrim övgüsüyle, devletin, "sönmesi" teorisi, aynı öğreti içinde
nasıl bağdaştırılabilir?
Çoğunlukla, bu düşüncelerden bazan biri,
bazan öteki, keyfi olarak (ya da iktidar sahiplerinin hoşuna gidecek biçimde)
ele alınarak, ampirik ya da sofistik bir yöntemle, eklektik bir biçimde
bağdaştırılırlar ve yüzde-doksandokuz —eğer daha fazla değilse— ön plana konan
şey, "sönme"dir. Diyalektiğin yerine eklektizm geçer: marksizm
karşısında, günümüzün resmi sosyal-demokrat yazınında en alışılmış, en yaygın
olan şeydir bu. Böyle [sayfa 32] bir yerine geçirme elbette bir yenilik
değildir: Aynı şey, klâsik Yunan felsefesi tarihinde de görülebilir. Marksizmin
oportünist çarpıtmasında diyalektiğin eklektik çarpıtması, yığınları en büyük kolaylıkla
aldatan çarpıtmadır; eklektizm, yığınlara aldatıcı bir doygunluk verir; sürecin
bütün yönlerini, bütün gelişme eğilimlerini, bütün çelişik etkileri vb. hesaba
katıyormuş gibi görünür; ama aslında, toplumun gelişmesi üzerine hiçbir tutarlı
ve devrimci düşün vermez.
Marx ve Engels'in zora dayanan devrimin
kaçınılmazlığı yolundaki öğretileri, yukarda söylediğimiz ve açıklamamızın
devamında ayrıntılarıyla göstereceğimiz gibi, burjuva devletle ilgilidir.
Burjuva devlet, proleter devlete (proletarya diktatorasına) yerini
"sönme" yoluyla değil, genel kural olarak, ancak ve ancak zora
dayanan bir devrimle bırakabilir. Engels'in zora dayanan devrime yaptığı övgü,
Marx'ın birçok bildirimi ile tam bir uygunluk halindedir. (Zora dayanan devrimin
kaçınılmazlığını yürek pekliğiyle, açıkça ilân eden Felsefenin Sefaleti ve
Komünist Manifesto'nun vargısını anımsayalım; otuz yıl kadar daha sonra, 1875'
te, Marx'ın Gotha Programı'nın oportünist içeriğini yerin dibine batırdığı
Gotha Programının Eleştirisi'ni anımsayalım)[5] . Bu övgü, hiç de bir
"tutkunluk" bir tumturaklılık, geçici bir polemik hevesi sonucu
değildir. Tüm Marx ve Engels öğretisinin temelinde, bu zora dayanan devrim
düşününü —ve bu düşünün ta kendisini— sistemli biçimde yığınlara aşılama
zorunluluğu yatar. Bugün ağır basan sosyal-şoven ve kautskist eğilimlerin bu
öğretiye ihaneti, kendini, apaçık bir biçimde, her iki eğilim yandaşlarınca da,
bu propagandanın, bu ajitasyonun [sayfa 33] unutuluşunda gösterir.
Zora dayanan devrim olmaksızın, burjuva
devlet yerine proleter devleti geçirmek olanaksızdır. Proleter devletin
kaldırılması, yani tüm devletin kaldırılması ise, ancak "sönme"
yoluyla olanaklıdır.
Marx ve Engels her devrimci durumu ayrı
ayrı irdeleyip, her devrim deneyinden çıkarılan dersleri çözümleyerek, bu
görüşleri ayrıntılı ve somut bir biçimde geliştirmişlerdir. Şimdi öğretilerinin
bu en önemli bölümüne geliyoruz. [sayfa 34]
BÖLÜM II
DEVLET VE
DEVRİM
1848-1851
YILLARI DENEYİ
1. DEVRİMİN
ÖNGÜNÜ
Olgunluk dönemine varmış marksizmin ilk
yapıtları, Felsefenin Sefaleti ve Komünist Manifesto, tam da 1848 devriminin
öngününde yayınlandılar. Bundan ötürü, bu yapıtlarda, marksizmin temel
ilkelerinin açıklanmasının yanısıra, belirli bir ölçüde, o zamanın somut
devrimci durumunun bir anısını da buluyoruz. Öyleyse, kanımca en iyisi bu
yapıtların yazarlarının, 1848-1851 yılları deneyinden bazı sonuçlar
çıkarmalarından hemen önce, devlet üzerine söylediklerini çözümlemektir.
Marks, Felsefenin Sefaleti'nde
şöyle yazar:
"... İşçi sınıfı, kendi gelişim
hareketi içinde, eski uygar toplumun yerine, sınıfları ve onların uzlaşmaz
karşıtlıklarını dıştalayacak bir birlik koyacaktır ve bu anlamıyla, siyasal
iktidar diye bir şey artık kalmayacaktır, çünkü siyasal iktidar, uygar
toplumdaki uzlaşmaz karşıtlığın resmi [sayfa 35] dışavurumundan başka bir şey
değildir" (Almanca 1885 baskısı, s. 182)[6]
Bu genel açıklama ile, sınıfların
kalkmasından sonra devletin yokoluşu düşünü üzerine, Marks ve Engels tarafından
bundan birkaç ay sonra, Kasım 1847'de yazılan Komünist Manifesto'da verilmiş
bulunan açıklamayı karşılaştırmak öğretici bir şeydir.
"... Proletaryanın gelişmesinin en
genel aşamalarını anlatırken, şimdiki toplumun içinde yürütülen az çok üstü
örtülü iç savaşı, bu savaşın açıkça devrime döküldüğü ve burjuvazinin zora
başvurularak devrilmesinin proletaryanın egemenliğinin temelini hazırladığı
noktaya dek izledik ... "
"Yukarda gördük ki, işçi sınıfının
devriminde ilk aşama, proletaryayı egemen sınıf durumuna getirmek"
(sözcüğü sözcüğüne: yükseltmek) "ve demokrasiyi kurmaktır".
"Proletarya, politik üstünlüğünden,
sermayeyi burjuvaziden dilim dilim kopanp almak için, bütün araçlarını
devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde toplamak ve
olabildiğince hizla, üretici güçlerin miktarını artırmak için
yararlanacaktır" (1906 tarihli Almanca 7. baskı, s. 31, 37)[7]
Burada, marksizmin devlet konusundaki en
ilginç ve en önemli düşünlerinden biri, (Marks ve Engels'in Paris Komünü'nden
sonra dile getirecekleri gibi) "proletarya diktatorası" düşünü
formüle edilmiş bulunuyor. Gene burada, son derecede ilginç ve marksizmin
"unutulmuş sözleri" arasında olan bir devlet tanımı buluyoruz: "Devlet,
yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya."
Bu devlet tanımı, resmi sosyal-demokrat
partilerde [sayfa 36] egemen olan propaganda ve ajitasyon yazınında hiçbir
zaman yorumlanmamıştır. Dahası: Bu tanım reformizm ile taş çatlasa uzlaşmaz
türden olduğu için, düpedüz unutulmuştur; çünkü, "demokrasinin barışçı
evrimi" üzerindeki alışılmış oportünist önyargılar ve küçük-burjuva
kuruntular ile tabantabana çatışır.
Proletaryanın devlete gereksinimi vardır
— bütün oportünistler, bütün sosyal-şovenler ve bütün kautskistler, Marks'ın
öğretisinin böyle olduğunu söyleyerek, bunu yinelerler; ama eklemeyi
"unuturlar" ki, Marks'a göre, ilkin proletaryaya, ancak
"sönme" yolunda, yani hemen sönmeye başlamış ve sönmeden edemiyecek
biçimde kurulmuş bir devlet gerekir. İkinci olarak, emekçilerin, "egemen
sınıf olarak örgütlenmiş proletarya" olan bir "devlet"e
gereksinimleri vardır.
Devlet özel bir iktidar örgütüdür:
belirli bir sınıfın sırtını yere getirmeye yönelik bir zor örgütü. Peki,
proletaryanın yenmek zorunda olduğu sınıf hangisidir? Elbette yalnızca
sömürücüler sınıfı, yani burjuvazi. Emekçilerin yalnızca sömürücülerin
direncini bastırmak için devlete gereksinimleri vardır: oysa, bu baskıyı
yönetme, onu pratik olarak gerçekleştirme işini, sonuna dek devrimci tek sınıf
olarak, burjuvaziyi iktidardan tamamen kovmak için, ona karşı savaşımda bütün
emekçileri ve bütün sömürülenleri birleştirmeye yetenekli tek sınıf olarak,
yalnızca ve yalnızca proletarya yapabilir.
Sömürücü sınıfların siyasal egemenliğe
olan gereksinimleri sömürüyü sürdürmek, yani halkın büyük çoğunluğuna karşı,
çok küçük bir azınlığın bencil çıkarlarını savunmak içindir. Sömürülen [sayfa
37] sınıfların siyasal egemenlige olan gereksinimleri ise, her türlü sömürüyü
büsbütün ortadan kaldırmak, yani modern köleciler olan büyük toprak
sahipleriyle kapitalistler azınlığına karşı halkın büyük çoğunluğunun
çıkarlarını savunmak içindir.
Küçük-burjuva demokratlar, sınıflar
savaşımı yerine, sınıflararası uyuşma üzerindeki düşlerini geçiren şu sözde-sosyalistler,
sosyalist dönüşümü de, sömürücü sınıf egemenliğinin alaşağı-edilmesi biçiminde
değil, azınlığın, görevlerinin bilincine sahip çoğunluğa barışçıl bir
boyuneğmesi biçiminde, bir tür düş olarak tasarlıyorlardı. Sınıflar üzerinde
yer alan bir devlet kavramına sıkısıkıya bağlı bu küçük-burjuva ütopya, örneğin
1848 ve 1871 Fransız devrimleri tarihinin gösterdiği gibi, örneğin 19. Yüzyıl
sonu ve 20. Yüzyıl başında, İngiltere'de, Fransa'da, İtalya'da ve başka
ülkelerde burjuva hükümetlere "sosyalist" katılma deneyinin
gösterdiği gibi, pratik olarak, emekçi sınıfların çıkarlarına ihanet sonucunu
verdi.
Rusya'da Devrimci-Sosyalist ve Menşevik
partiler tarafından günümüzde yeniden canlandırılmış bulunan bu küçük-burjuva
sosyalizmine karşı ömrü boyunca savaşan Marks, siyasal iktidar öğretisine,
devlet öğretisine ulaşmak için, sınıflar savaşımı öğretisini tutarlı bir
biçimde geliştirmiştir.
Burjuva egemenliği ancak proletarya
tarafından alaşağı edilebilir; proletarya, ekonomik varlık koşulları bu alaşağı
etme işini hazırlayan ve ona bu işi başarma olanağını ve gücünü veren tek
sınıftır. Burjuvazi, köylülük ve bütün küçük-burjuva katmanları böler ve
dağıtırken, proletaryayı biraraya getirir, birleştirir ve örgütler. Büyük
üretimde oynadığı ekonomik rol nedeniyle, proletarya, [sayfa 38] burjuvazinin
çoğunlukla proleterlerden daha çok sömürüp ezdiği ve kurtuluşları için bağımsız
bir savaşıma yeteneksiz bulunan bütün çalışan ve sömürülen yığınların
yolgöstericisi olmaya yetenekli tek sınıftır.
Marks tarafından devlete ve sosyalist
devrime uygulanmış bulunan sınıflar savaşımı öğretisi, zorunlu bir biçimde
proletaryanın siyasal egemenliğinin, diktatorasının, yani onun kimseyle
paylaşmadığı ve doğrudan doğruya yığınların silahlı gücüne dayanan bir iktidarın
kabul edilmesine götürür. Burjuvazi ancak, eğer proletarya burjuvazinin
kaçınılmaz ve umutsuz direncini bastırmaya, ve bütün emekçi ve sömürülen
yığınları yeni bir ekonomik rejim için örgütlemeye yetenekli egemen sınıf
durumuna dönüşürse, alaşağı edilebilir.
Proletaryanın, sömürücülerin direncini
bastırmak için olduğu kadar, nüfusun büyük yığınını —köylülük, küçük-burjuvazi,
yarı-proleterler— sosyalist ekonominin "kurulması" işinde yönetmek
için de devlet iktidarına, merkezi bir güç örgütüne, bir zor örgütüne
gereksinimi vardır.
Marksizm, işçi partisini eğiterek,
iktidarı almaya ve bütün halkı sosyalizme götürmeye, yeni bir rejimi yönetip
örgütlemeye, burjuvazi olmaksızın ve burjuvaziye karşı kendi toplumsal
yaşamlarının düzenlenmesi için, bütün emekçi ve sömürülenlerin eğiticisi,
yolgöstericisi ve önderi olmaya yetenekli bir proletarya öncüsünü eğitir.
Yürürlükte bulunan oportünizm ise, tersine, işçi partisi içinde, yığından
kopmuş, kapitalist rejime kendini oldukça iyi bir biçimde "uydurmuş"
ve bir tabak mercimek için kardeşlerinin davasını satan, yani burjuvaziye karşı
savaşımda halkın devrimci önderleri [sayfa 39] rollerinden cayan yüksek ücretli
emekçilerin temsilcilerini eğitir.
"Devlet, yani egemen sınıf olarak
örgütlenmiş proletarya", —Marks'ın bu teorisi, proletaryanın tarihteki
devrimci rolü üzerindeki tüm öğretisine sıkısıkıya bağlıdır. Bu rolün vardığı
sonuç, proletarya diktatorası, proletaryanın siyasal egemenliğidir.
Ama, eğer proletaryanın, burjuvaziye
karşı devlete özel zor örgütü olarak gereksinimi varsa, o zaman ortaya bir
sorun çıkar: böyle bir örgüt, daha önce burjuvazinin kendisi için oluşturduğu
devlet makinesi kırılmış, parçalanmış olmadan düşünülebilir mi? Komünist
Manifesto bizi işte bu soruna götürür; ve Marks 1848-1851 devrim deneyini
özetlerken, işte bu sorundan sözeder.
2. BİR DEVRİM BİLANÇOSU
Louis Bonaparte'ın 18 Brumairei'nde bizi
burada uğraştıran devlet sorununu işleyen Marks, 1848 -1851 devriminin
bilançosunu şöyle çıkarır:
"... Ama devrim, işi sonuna dek
götürür. O, araftan ancak henüz geçiyor. İşini yöntemle yürütüyor. 2 Aralık
1851'e dek" (Louis Bonaparte'ın hükümet darbesi tarihi),
"hazırlıklarının ancak yarısını tamamladı, şimdi de öteki yarısını
tamamlıyor. Devrim, parlemanter iktidarı sonradan devirebilmek üzere, ilkin
yetkinleştiriyor. Bir kez bu ereğe varıldıktan sonra, yürütme gücünü
yetkinleştiriyor. Onu en yalın biçimine indirgiyor, bütün yıkım güçlerini onun
üzerinde toplayabilmek için" (altını biz çizdik) "bütün sitemleri ona
yöneltiyor. Ve, hazırlık çalışmasının ikinci yarısını tamamladığı zaman, Avrupa
yerinden sıçrayacak ve [sayfa 40] bayram edecek: "İyi kazmışsın, koca
köstebek!.."
"Engin askeri ve bürokratik örgütü
ile, karmaşık ve yapay devlet makinesi, yarım milyon kişilik memur ordusu ve
beşyüz bin kişilik öbür ordusu ile, Fransız toplumunun bedenini bir zar gibi
saran ve onun bütün gözeneklerini tıkayan korkunç bir asalak gövde olan bu
yürütme gücü, mutlak krallık döneminde, devrilmesine yardım ettiği feodalitenin
sona erişinde kuruldu." Büyük Fransız Devrimi, hükümet iktidarının
merkezileşmesini, "ama aynı zamanda, genişliğini, niteliklerini ve
aygıtını da" geliştirdi. "Napoleon, bu devlet mekanizmasını
yetkinleştirme işini tamamladı." Meşru monarşi ve Temmuz monarşisi,
"bu mekanizmaya daha büyük bir işbölümü eklemekten başka bir şey
yapmadılar..."
"... Sonunda, parlemanter cumhuriyet
kendini, devrime karşı savaşımında, hükümet iktidarının eylem araçlarını ve
merkezileşmesini, kendi bastırma önlemleriyle, pekiştirmek zorunda gördü. Bütün
siyasal devrimler, bu makineyi kıracak yerde, daha da yetkinleştirmekten başka
bir şey yapmadılar." (Altını biz çizdik.) "İktidar için ardarda savaşan
partiler, bu engin devlet yapısının fethini, kazananın başta gelen ganimeti
saydılar" (Louis Bonaparte'ın 18 Brumairei, 4. Almanca baskı, Hamburg
1907, s. 98-99).[8]
Bu ilginç özette, marksizm devlet
sorununun henüz çok soyut bir biçimde, en genel kavram ve terimlerle konmuş
bulunduğu Komünist Manifesto'ya göre, büyük bir ilerleme gösterir. Burada,
sorun, somut bir biçimde konmuştur ve sonuç son derece açık, kesin, pratik
olarak elle tutulur bir durumdadır: önceki bütün devrimler devlet makinesini
[sayfa 41] yetkinleştirmişler, güçlendirmişlerdir; oysa, onu kırmak, yıkmak
gerekir.
Marksist devlet öğretisindeki en önemli,
en özsel şey, işte bu sonuçtur. Ve egemen resmi sosyal-demokrat partiler
tarafından yalnızca büsbütün unutulmak'la kalmayıp, ayrıca II. Enternasyonal'in
en gözde teorisyeni Karl Kautsky tarafından (daha ilerde göreceğimiz gibi)
açıkça çarpıtılmış da olan, işte bu özsel şeydir.
Komünist Manifesto, devletin bir sınıf
egemenliği organı olduğunu gösteren tarihten dersler çıkarır ve şu zorunlu
sonuca ulaşır: Proletarya, siyasal iktidarı ele geçirmeden, siyasal
egemenliğini kurup "egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya"
devleti durumuna yükselmeden, burjuvaziyi alaşağı edemez; ve, sınıf
çelişkilerinin varolmadığı bir toplumda devlet yararsız ve olanaksız bir duruma
geleceğinden, bu proletarya devleti, daha yengi kazandığı andan itibaren,
sönmeye başlayacaktır. Tarihsel gelişme bakımından, burjuva devlet yerine
proleter devletin bu geçişinin neye dayanacağını bilme sorunu, burada (Komünist,
Manifesto'da) henüz konmamıştır.
Marks bu sorunu 1852'de koyar ve çözer. Ve, kendi
diyalektik materyalizm felsefesine bağlı kalarak, 1848-1851 büyük deyrim
yıllarının tarihsel deneyimine dayanır. Bu temel üzerinde, Marks'ın öğretisi,
her zaman olduğu gibi, yaşanmış deneyin, derin bir felsefi görüş ve geniş bir
tarih bilgisiyle aydınlatılmış bir bilançosunu çıkarır.
Devlet sorunu somut bir biçimde
konmuştur: Burjuva devlet, yani burjuvazinin egemenliği için zorunlu devlet
makinesi, tarihsel bakımdan, nasıl doğmuştur? Bu devlet makinesi, burjuva
[sayfa 42] devrimleri sırasında ve ezilen sınıfların bağımsızlık hareketleriyle
çatıştığı zaman nasıl bir evrime, ne gibi dönüşümlere uğramıştır? Proletaryanın
bu devlet karşısındaki görevleri nelerdir?
Burjuva topluma özgü merkezi devlet
iktidarı, mutlakiyetin çöküş döneminde ortaya çıkmıştır. Bu devlet makinesinin
en ayırdedici iki kurumu: bürokrasi ve sürekli ordudur. Marks ve Engels,
yapıtlarında birçok kez, bu kurumları burjuvaziye bağlayan binlerce bağın
sözünü ederler. Her işçinin deneyi, bu bağlılığı açıklıkla ve göze çarpar bir
biçimde gösterir. İşçi sınıfı, kazık yiye yiye, bu bağı tanımayı öğrenir. Bu
nedenle, işçi sınıfı, bu bağın kaçınılmazlığını açıklayan bilimi, küçük-burjuva
demokratların, ondan pratik sonuçlar çıkarmayı unutarak, onu "genel
olarak" kabul etmek gibi daha da büyük bir hafifliğe düşmedikçe,
bilisizlik ve hafiflik yüzünden yadsıdıkları bu bilimi, büyük bir kolaylıkla
kavrar ve iyice sindirir.
Bürokrasi ve sürekli ordu, burjuva
toplum, gövdesi üzerindeki "asalak"lar, bu toplumu bölen iç
çelişkilerin doğurduğu, ama onun canalıcı gözeneklerini "tıkayan"
asalaklardır. Bugün resmi sosyal-demokrasi akımı içinde ağır basan kautskist
oportünizm, asalak bir organ olarak düşünülen bu devlet teorisinin, salt
anarşizme özgü bir şey olduğunu kabul eder. Marksizmin bu çarpıtılması,
sosyalizmi, "yurt savunması" kavramına sarılarak emperyalist savaşı
haklı göstermek gibi görülmemiş bir ayıbın içine atan küçük-burjuvalar için elbette
son derece elverişlidir; ama, onlar için elverişli olmakla, söz götürmez bir
çarpıtılma olmaktan da geri kalmaz.
Feodalitenin batışından beri Avrupa'nın
sahne [sayfa 43] olduğu sayısız burjuva devrimleri boyunca, bu bürokratik ve
askeri aygıt, gelişmeye, yetkinleşmeye, sağlamlaşmaya devam eder. Köylülüğün,
küçük zanaatçıların, küçük tecimenlerin vb. yüksek katmanlarına, sahiplerini
halkın üstüne çıkaran görece elverişli, rahat ve saygın görevler dağıtan bu
aygıt aracıyla, özellikle küçük-burjuvazi büyük burjuvazinin yanına çekilmiş ve
ona bağımlılaştırılmıştır. Rusya'da 27 Şubat 1917'yi izleyen altı ay içinde
olup bitenlere bakınız: Vaktiyle daha çok yüz-Karalar'a (bağnaz gericiler)
ayrılmış bulunan memurluk görevleri, Kadetlerin, Menşeviklerin ve
Devrimci-Sosyalistlerin ganimeti durumuna geldi. Gerçekten artık ciddi
reformlar düşünülmüyor, hepsinin "Kurucu Meclis'e dek", Kurucu
Meclis'in de yavaş yavaş, savaş sonuna dek ertelenmesine çalışılıyordu! Ama,
ganimeti paylaşmak, bol paralı bakanlık, müsteşarlık, genel valilik vb., vb.
makamlarına kurulmak için zaman yoktur ve hiçbir Kurucu Meclis beklenmemiştir!
Hükümet değişiklikleri oyunu, aslında, ülke ölçüsünde, bütün merkezi ve yerel
yönetimlerde, yukardan aşağı yapılan bu yağma ve "ganimet" paylaşımının
dile gelmesinden başka bir şey değildi. Sonuç, altı ay sonraki nesnel sonuç —27
Şubat 1917'den 27 Ağustos 1917'ye dek— yadsınamaz: Reformlar ertelenmiş,
yönetsel arpalıklar paylaşılmış ve paylaşım "yanlışlık"ları birkaç
yeniden-paylaşımla düzeltilmiştir.
Ama, bürokratik aygıtın, çeşitli burjuva
ve küçük-burjuva partiler arasında (örneğin Rusya'da Kadetler,
Devrimci-Sosyalistler ve Menşevikler arasında) her "yeniden
dağıtımında", başta proletarya olmak üzere, ezilmiş sınıflara, tüm burjuva
[sayfa 44] topluma karşı önlenemez düşmanlıkları daha açık bir biçimde kendini
gösterir. Bütün burjuva partiler, hatta "devrimci-demokratlar" da
içinde, en demokratik olanları için bile, devrimci proletaryaya karşı baskıyı
artırma, bastırıcı aygıtı, yani devlet makinesini güçlendirme zorunluluğu,
bundan doğar. Olayların bu akışı, devrimi devlet iktidarına karşı, "bütün
yıkım güçlerini toplamaya" zorlar; ona devlet makinesini iyileştirme
değil, tersine yıkma, yoketme görevini yükler.
Sorunu bu türlü koymaya götüren şey
mantıksal tümdengelimler değil, olayların gerçek gelişmesi, 1848-1851
yıllarının yaşanmış deneyidir. Marks'ın tarihsel deney verilerine ne derecede
sıkısıkıya bağlı kaldığı, 1852'de, parçalanması gereken bu devlet makinesinin
ne ile değiştirileceği somut sorununu henüz koymamış olmasıyla anlaşılır.
Deney, tarihin daha sonra, 1871'de gündeme koyacağı bu soruna yanıt vermek için
gerekli gereci, o sırada henüz sağlamamıştı. 1852'de, doğal bilimlere özgü
belirlilikle, yalnızca proleter devrimin, devlet iktidarına karşı "bütün
yıkım güçlerini toplama", devlet makinesini "parçalama" görevine
yanaştığı söylenebilirdi.
Belki Marks'ın deney, gözlem ve
vargılarını genellemenin ve bunları bu üç yıllık (1848-1851) Fransa tarihinin
sınırları ötesine uygulamanın doğru olup olmadığı sorulacak. Bu sorunu
çözümlemek için, önce Engels'in bir gözlemini anımsatalım. Olguların
incelenmesine daha sonra geçeriz.
Engels, 18 Brumaire'in 3. baskısının
önsözünde, şöyle yazıyordu:
"Fransa, sınıf savaşımlarının, her
seferinde, başka herhangi bir yerde olduğundan daha çok, [sayfa 45] kesin
karara dek sürdürüldüğü, ve bu bakımdan sınıf savaşımlarının içinde geçtikleri
ve bu savaşımların sonuçlarının özetlendikleri değişken siyasal biçimlerin en
belirgin sınırları ile belirdikleri ülkedir. Ortaçağda feodalizmin merkezi,
Rönesanstan sonra soydan geçme krallığın klasik ülkesi olan Fransa, Büyük
Devriminde feodalizmi yıktı ve burjuvazinin egemenliğine, Avrupa'da başka
hiçbir ülkenin erişemediği klasik bir saflık niteliği verdi. Aynı biçimde,
egemen burjuvaziye karşı devrimci proletaryanın savaşımı da, bu ülkede, başka
ülkelerde bilinmeyen keskin biçimlere bürünür." (1907 baskısı, s. 4).
1871'den buyana Fransız proletaryasının
devrimci savaşımında bir kesinti olduğuna göre, bu son gözlem eskimiş
bulunuyor. Bununla birlikte, bu kesinti, nice uzun sürerse sürsün, yarının
proleter devriminde, sınıf savaşımını sonuna dek götüren klasik sınıf savaşımı
ülkesi olarak Fransa'nın kendisini gösterme olanağını hiç de dıştalamaz.
Ama ileri ülkelerin 19. Yüzyıl sonu ve
20. Yüzyıl başındaki tarihi üzerine topluca bir göz atalım şimdi. Göreceğiz ki,
daha yavaş olmak üzere, çok daha geniş bir alanda, çok değişik biçimler
altında, aynı süreç meydana gelmiştir; bir yanda, cumhuriyetçi ülkelerde
(Fransa, Amerika, İsviçre) olduğu kadar, kralcı ülkelerde de (İngiltere, bir
dereceye dek Almanya, İtalya, İskandinav ülkeleri vb.) "parlemanter bir
iktidar"ın hazırlanması; ve öte yanda, burjuva düzenin temelleri olduğu
gibi kalmak üzere, yönetsel arpalıkları kendi aralarında paylaşmış ve
yeniden-paylaşmış bulunan çeşitli burjuva ve küçük-burjuva partiler arasındaki
[sayfa 46] iktidar savaşımı; son olarak da, "yürütme gücü"nün, bu
gücün bürokratik ve askeri aygıtının yetkinleştirilip sağlamlaştırılması.
Bu özelliklerin, genel olarak kapitalist
devletlerin tüm modern evriminin egemen ortak özellikleri olduğuna hiç kuşku
yok. Fransa, 1848'den 1851'e dek, üç yılda, kapitalist dünyanın tümüne özgü bir
gelişme sürecini, aşamaların hızla ardarda gelişi içinde, açık ve derli-toplu
bir biçimde gösterdi.
Emperyalizm —banka sermayesi çağı, dev
kapitalist tekeller çağı, tekelci kapitalizmin büyüme yoluyla tekelci devlet
kapitalizmi durumuna dönüştüğü çağ— krallıkla yönetilen ülkelerde olduğu kadar,
en özgür cumhuriyetlerde de, daha özel bir biçimde, "devlet
makinesi"nin olağanüstü güçlendiğini, onun bürokratik ve askeri aygıtının
proletaryanın artan bir ezilmesiyle bağlılık içinde, görülmemiş biçimde
genişlediğini gösterir.
Bugün, dünya tarihi, hiç kuşku yok ki, 1852'de olduğundan çok daha geniş
bir ölçüde, devlet makinesinin "yıkılma"sı ereğiyle, proleter
devrimini "tüm güçleri toplama"sına götürüyor.
Proletarya onun yerine ne
koyacak? Paris Komünü,
bu konuda en öğretici belgelerden birini verir.
3. MARX
1852'DE SORUNU NASIL KOYUYORDU [21*]
Mehring, 1907'de Neue Zeit'ta[9] (XXV, 2,
164), Marks'ın Weydemeyer'e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli bir mektuptan parçalar
yayınlamıştı. Bu [sayfa 47] mektupta, başka birçok dikkate değer gözlem
arasında, şu gözlem de var:
"Bana ilişkin olarak, ne modern
toplumdaki sınıfların varlığını, ne de aralarındaki savaşımı bulmuş olma şerefi
benimdir. Benden çok önce, burjuva tarihçiler bu sınıflar savaşımının tarihsel
gelişimini betimlemiş ve burjuva iktisatçılar bunun ekonomik anatomisini dile
getirmiş bulunuyorlardı. Benim yeni olarak yaptığım şey: 1) Sınıfların
varlığının, üretimin tarihsel gelişme evrelerinden (historische
Entwicklungspasen der Produktion) başka bir şeye bağlı olmadığını; 2) Sınıflar
savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatorasına götürdüğünü; 3) Bu
diktatoranın kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir
toplumun kurulmasına geçişten başka bir şey oluşturmadığını tanıtlamak
oldu..."
Bu metinde Marks, önce, kendi öğretisini
burjuvazinin en bilgili ve en kavrayışlı düşünürlerinin öğretilerinden öz ve
temelden ayıran şeyin ne olduğunu, sonra da, kendi devlet öğretisinin özünü
hayranlık verici bir özgelikle açıklamayı başarmıştır.
Marks'ın öğretisinin özü, sınıflar
savaşımıdır. Durmadan söylenen ve durmadan yazılan şey, budur. Ama, bu doğru
değildir. Ve, marksizmin oportünist çarpıtmaları, onu burjuvazi için kabul
edilebilir bir duruma getirmeye yönelen çarpıtmalar, kolayca bu yanlışlıktan
kaynaklanırlar. Çünkü sınıflar savaşımı öğretisi Marks tarafından değil, ama
Marks'tan önce burjuvazi tarafından ortaya konmuştur; ve bu öğreti, genel
olarak, burjuvazi için kabul edilebilir bir öğretidir. Yalnızca sınıflar
savaşımını kabul eden biri, bundan ötürü bir [sayfa 48] marksist değildir;
henüz burjuva düşüncesinin, burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış biri
olabilir. Marksizmi sınıflar savaşımı öğretisine indirgemek, onun kolunu
kanadını kırpmak, bozmak, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye
indirgemek demektir. Sınıflar savaşımının kabulünü, proletarya diktatorasının
kabulüne dek genişleten kişi bir marksisttir ancak. Marksisti bayağı küçük (ve
büyük) burjuvadan temelden ayırdeden şey, işte budur. Marksizmin gerçekten
anlaşılıp kabul edildiğini, işte bu denektaşı ile sınamak gerekir. Avrupa tarihi,
işçi sınıfını bu soruna pratik olarak yanaşmaya götürünce, bütün oportünist ve
bütün reformistlerle birlikte, bütün "kautskist"lerin de (yani
reformizmle marksizm arasında duraksayanların da) acınası hamkafalar ve
küçük-burjuva demokratlar olarak, proletarya diktatorasının yadsıyıcıları
olarak ortaya çıkmaları, hiç de şaşılacak bir şey değildir. Kautsky'nin, 1918
Ağustos'unda, yani bu yapıtın ilk baskısından çok zaman sonra yayınlanan
Proletarya Diktatorası broşürü, marksizmin, onu ikiyüzlülükle sözde kabul eden,
ama özde alçakça ondan cayan küçük-burjuva çarpıtmasına bir örnektir. (Şu
broşürüme bakınız: Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, Petrograd ve Moskova,
1918).
Çağdaş oportünizm, en büyük
temsilcisinin, eski-marksist Karl Kautsky'nin kişiliğinde, burjuva davranışının
Marks tarafından ortaya konmuş olan ayırdedici özelliğine tam bir uygunluk
gösterir; çünkü, sınıflar savaşımını ancak burjuva ilişkiler sınırı içinde
kabul eder. (Burjuva ilişkiler sınırı içinde, "ilke olarak", sınıflar
savaşımını kabul etmeye razı olmayan bir tek bilgili liberal yoktur!) [sayfa
49]
Oportünizm, sınıflar savaşımının
kabulünü, özsel olan şeye dek, kapitalizmden komünizme geçiş dönemine dek,
burjuvazinin alaşağı edilmesi ve büsbütün ortadan kaldırılması dönemine dek
genişletmez. Gerçeklikte, bu dönem, zorunlu olarak, son derece keskin biçimlere
bürünmüş ve o zamana dek görülmemiş yeğinlikte bir sınıflar savaşımının
damgasını taşır. Öyleyse, bu dönemin devleti, zorunlu olarak, yeni bir biçimde
(genel olarak proleterler ve mülksüzlerden yana) demokratik ve yeni bir biçimde
(burjuvaziye karşı) diktatoryal olmak zorundadır.
Devam edelim. Marks'ın devlet öğretisinin
özünü, bir sınıfın diktatorasının, yalnızca genel olarak bütün sınıflı
toplumlar için, yalnızca burjuvaziyi devirecek olan proletarya için değil, ama
kapitalizmi "sınıfsız toplum"dan, komünizmden ayıran tüm bir tarihsel
dönem için de zorunlu olduğunu anlayanlar, yalnız onlar, iyice kavramışlardır.
Burjuva devlet biçimleri son derece çeşitlidirler, ama özleri birdir: Bütün bu
devletler, son çözümlemede, şu ya da bu biçimde, ama zorunlu olarak, bir
burjuvazi diktatorasıdır. Elbette kapitalizmden komünizme geçiş de, siyasal
biçimler bakımından büyük bir bolluk ve geniş bir çeşitlilik göstermekten geri
kalamaz; ama hepsinin özü, zorunlu olarak bir olacaktır: Proletarya
diktatorası. [sayfa 50]
BÖLÜM III
DEVLET VE
DEVRİM
PARİS KOMÜNÜ
DENEYİMİ (1871)
MARKS'IN
ÇÖZÜMLEMESİ
1.
KOMÜNCÜLERİN GİRİŞİMİ NEDEN ÖTÜRÜ
KAHRAMANCADIR?
Komün'den birkaç ay önce, 1870
sonbaharında, Marks'ın, Paris işçilerine hükümeti herhangi bir devirme
girişiminin, umutsuzluk tarafından esinlenen bir budalalık olabileceğini
göstermeyi amaçlayan bir uyarıda bulunduğu bilinir. Ama, 1871 Martında, kesin
savaş işçilere dayatılıp, işçiler de bunu kabul ettikten sonra, ayaklanma bir
olgu haline gelince, uygun olmayan koşullara karşın, Marks, proletarya
devrimini büyük bir coşkunlukla selamladı. 1905 Kasımında yazdıkları, işçileri
ve köylüleri savaşıma sürükleyen, ama 1905 Aralığından sonra, liberallerle
birlikte, "silaha sarılınmamalıydı" diye haykıran, marksizmin acıklı
bir üne sahip Rus döneği Plekhanov'un yaptığı gibi, "sırasız" bir
hareketi bilgiçlikle yargılamakta diretmedi.
Marks, ayrıca, kendi deyimiyle
"cennetin zaptına [sayfa 51] çıkan" komüncülerin kahramanlığına
hayranlıkla da yetinmedi. Ereğine ulaşmamış da olsa, yığınların devrimci
hareketinde, Marks çok önemli bir tarihsel deney, dünya proleter devriminde
ileriye doğru kesin bir adım, yüzlerce program ve usyürütmeden çok daha önemli
gerçek bir ilerleme görüyordu. Bu deneyi çözümlemek, ondan taktik dersleri
çıkarmak, teorisini sıkı bir eleştiriden geçirmek için ondan yararlanmak:
Marks'ın kendisi için saptadığı görev, işte budur.
Marks, Komünist Manifesto'da yapılmasını
zorunlu gördüğü tek "düzeltme"yi, Parisli komüncülerin devrimci
deneyinden esinlenerek yapmıştır.
Komünist Manifesto'nun yeni bir Almanca
baskısı için, iki yazarı tarafından imzalanmış son önsöz 24 Haziran 1872
tarihini taşır. Karl Marks ve Friedrick Engels bu önsözde, Komünist Manifesto
programının "bazı ayrıntılarının artık eskimiş" olduğunu açıklarlar.
Ve devam ederler ki:
"Paris Komünü, özellikle bir şeyi,
'işçi sınıfının hazır bir devlet makinesini ele geçirip onu kendi hesabına
kullanmakla yetinemiyeceğini' tanıtlamıştır."[10]
Bu alıntıda tırnak içine alınmış son
sözler, yazarları tarafından Marks'ın Fransa'da İç Savaş adlı yapıtından
alınmıştır.
Öyleyse, Marks ve Engels, Paris
Komünü'nün bellibaşlı, temel derslerinden birine o kadar büyük bir önem
veriyorlardı ki, onu özsel bir düzeltme olarak Komünist Manifesto'ya
sokmuşlardır.
Son derece özellik belirtici bir şey:
İşte tam da bu özsel düzeltme oportünistler tarafından çarpıtılmıştır, ve
Komünist Manifesto okuyucularının [sayfa 52] onda-dokuzu, hatta
yüzde-doksandokuzu kuşkusuz bunun anlamını bilmez. Biraz daha ilerde, özel
olarak çarpıtmalara ayrılmış bir bölümde, bu çarpıtmadan ayrıntılı olarak
sözedeceğiz. Şimdilik, Marks'ın tarafımızdan aktarılan ünlü formülünün
alışılmış bayağı "yorum"unun, onun iktidarı ele geçirmeye değil,
sözde yavaş bir evrim düşününe ağırlık verdiği yolunda olduğunu belirtmek, bize
yetsin.
Aslında, Marks'ın düşünü bunun tam
karşıtıdır. Marks'ın düşünü, işçi sınıfının "hazır devlet makinesini"
parçalamak, yıkmak ve onu ele geçirmekle yetinmemek zorunda olduğu yolundadır.
12 Nisan 1871 günü, yani tam da Komün
sırasında Marks, Kugelmann'a şöyle yazıyordu:
"... Benim 18. Brumaire'in son
bölümünde, eğer yeniden okursan göreceğin gibi, Fransa'da gelecek devrim
girişiminin, şimdiye dek olduğu gibi artık bürokratik ve askeri makineyi başka
ellere geçirmeye değil, onu yıkmaya dayanması gerekeceğini belirtiyorum
(yıkmaya sözcüğünün altı Marks tarafından çizilmiştir; asıl metinde, sözcük
zerbrechen'dir). Kıta üzerinde gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu.
Kahraman Parisli arkadaşlarımızın giriştikleri şey de, işte budur." (Neue
Zeit, XX, I, 1901-1902, s. 709). (Marks'tan Kugelmann'a Mektuplar'ın biri benim
tarafımdan düzenlenmiş ve önsöz yazılmış en az iki Rusça baskısı vardır).
"Bürokratik ve askeri makineyi
yıkmak": Marksizmin, devrim sırasında proletaryanın devlet karşısındaki
görevleri üzerine başlıca dersi bu birkaç sözcükte kısaca dile getirilmiş
bulunuyor. Ve, marksizmin Kautsky'ye borçlu bulunduğumuz [sayfa 53] temel
"yorumu" ile yalnızca tamamen unutulmuş olmakla kalmayan, ama açıkça
çarpıtılmış da olan şey, işte bu derstir!
Marks'ın sözünü ettiği 18. Brumaire'deki
parçaya gelince, onu yukarda tümüyle aktarmış bulunuyoruz.
Marks'ın bu parçasında, üzerinde
özellikle durulması gereken iki nokta var. Önce, çıkardığı sonucu Avrupa'yla
sınırlandırıyor. Bu, 1871'de, İngiltere henüz salt kapitalist, ama hem
militarizmi, hem de, geniş bir ölçüde, bürokrasisi olmayan bir ülke örneğiyken,
anlaşılır bir şeydi. Bundan dolayı, devrimin, hatta halk devriminin olanaklı
göründüğü, ve, gerçekten "hazır devlet makinesi"nin önceden
yıkılmaksızın da bu işin olanaklı olduğu İngiltere için, Marks bir ayrıklama
yapıyordu.
Bugün, 1917'de, birinci büyük emperyalist
savaş çağında, Marks'ın bu sınırlaması artık geçerli değildir. Amerika gibi
İngiltere de, Anglosakson özgürlüğünün (militarizm ve bürokratizm yokluğu)
dünyadaki bu en büyük ve son temsilcileri de, her şeyi kendilerine
bağımlılaştıran ve her şeyi kendi ağırlıkları altında ezen askeri ve bürokratik
kurumların aşağılık ve kanlı Avrupai bataklığı içine boyluboyunca battılar.
Şimdi, Amerika'da olduğu gibi İngiltere'de de, "her gerçek halk devriminin
ilk koşulu", (bundan böyle bütün emperyalist ülkelerde olduğu gibi, bu
ülkelerde de, 1914'ten 1917'ye dek, "Avrupai" bir yetkinliğe
eriştirilmiş olan) "hazır devlet makinesini" parçalamak, yıkmaktır.
İkinci olarak, üzerinde özel bir dikkatle
durulması gereken şey, Marks'ın askeri ve bürokratik devlet makinesinin
yıkılması "her gerçek halk devriminin [sayfa 54] ilk koşuludur"
biçimindeki o çok derin düşüncesidir. Bu "halk" devrimi kavramı
Marks'ın ağzında şaşırtıcı görünebilir; ve Rusya'da Plekhanov'un çömezleriyle
Menşevikler, yani Struve'nin şu marksist geçinen çırakları, Marks'ın bu sözünü
pekâlâ bir "dil sürçmesi" olarak nitelendirebilirler. Onlar marksizmi
öylesine yavanca liberal bir öğretiye indirgemişlerdir ki, onlar için, burjuva
devrimi ve proleter devrimi antitezi dışında hiçbir şey yoktur; üstelik bu
antitezi de en skolastik bir biçimde anlarlar.
Örnek olarak 20. Yüzyıl devrimleri
alınırsa, Portekiz ve Türk devrimlerini [1908 devrimi kastediliyor -ç.] burjuva
devrimleri olarak kabul etmek besbelli kaçınılmaz bir şey olacaktır. Ama bu
devrimlerin her ikisi de "halk" devrimi değildir; çünkü halk
yığınları, halkın geniş çoğunluğu, kendine özgü ekonomik ve siyasal istemlerle,
etkin, bağımsız ve hissedilir bir biçimde, bu devrimler içinde görünmezler.
Buna karşılık, 1905-1907 Rus burjuva devrimi, Portekiz ve Türk devrimlerinin,
zaman zaman kazandıkları kadar "parlak" başarılar kazanmış
olmaksızın, söz götürmez bir "gerçek halk" devrimi oldu. Çünkü halk
yığınları, halk çoğunluğu, halkın baskı ve sömürü altında bunalmış en derin
"aşağı" toplumsal katmanları, kendiliklerinden ayaklanmış ve devrimin
tüm gidişi üzerinde, kendi isteklerinin yıkılmakta olan eski toplum yerine
kendi gönüllerince yeni bir toplum kurma girişimlerinin izini bırakmışlardır.
1871'de, proletarya Avrupa kıtası
ülkelerinden hiç birinde halk çoğunluğunu oluşturmuyordu. Devrim, ancak
proletarya ve köylüleri kapsayarak "halk" devrimi olabilir ve
çoğunluğu gerçekten [sayfa 55] harekete sürükleyebilirdi. Halk, işte bu iki
sınıftan oluşuyordu. Bu iki sınıf, "bürokratik ve askeri makine"
onları horladığı, ezdiği, sömürdüğü için birleşmişti. "Halk"ın, halk
çoğunluğunun, işçilerin ve köylü çoğunluğunun çıkarı, gerçekten bu makineyi
parçalamak'ta, onu yıkmakta'dır; yoksul köylülerle proleterler arasındaki özgür
bağlaşmanın "ilk koşulu" budur; ve bu bağlaşma olmaksızın, sağlam
demokrasi olmaz, sosyalist dönüşüm olmaz.
Paris Komünü, bilindiği gibi, bu bağlaşmaya
yolaçıyordu. Türlü iç ve dış nedenlerle ereğine ulaşamadı.
Öyleyse, Marks, "gerçek bir halk
devrimi"nden sözederken, (sık sık sözünü ettiği) küçük-burjuvazinin
özelliklerini asla unutmaksızın, 1871 Avrupa'sında kıta devletlerinin çoğundaki
gerçek sınıf ilişkilerini en büyük bir kesinlikle hesaba katıyordu. Öte yandan,
devlet makinesinin "yıkılması"nın, işçi ve köylülerin çıkarları
tarafından zorlandığını; devlet makinesinin işçileri ve köylüleri birleştirerek,
onlara ortak bir görev verdiğini saptıyordu: Bu "asalak"ın ortadan
kaldırılması ve yeni bir şeyle değiştirilmesi.
Ama neyle?
2. YIKILAN
DEVLET MAKİNESİNİ NEYLE DEĞİŞTİRMELİ?
Marks, bu soruya, 1847'de Komünist
Manifesto'da, henüz yalnızca tamamen soyut, ya da daha çok sorunları belirten,
ama çözüm yollarını göstermeyen bir yanıt veriyordu. Devleti
"proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi" ile,
"demokrasinin [sayfa 56] fethi" ile değiştirmek: Komünist Manifesto'nun
yanıtı, buydu.
Proletaryanın bir egemen sınıf olarak
örgütlenmesinin hangi somut biçimleri alabileceği, bu örgütlenmenin,
demokrasinin en tam, en tutarlı fethiyle hangi belirli biçimde uyuşabileceği
sorusuna yanıtı, Marks, ütopyaya düşmeden, yığın hareketi deneyinden
bekliyordu.
Komün deneyi ne kadar sınırlı olursa
olsun, Marks bu deneyi Fransa'da İç Savaş'ında çok dikkatli bir çözümlemeden
geçirir. Bu yazıdan belli başlı parçaları aktaralım:
19. Yüzyılda, "sürekli ordu, polis,
bürokrasi, din ve yüksek yönetim adamları gibi her yerde hazır olan
örgenlikleri ile birlikte", ortaçağ tarafından iletilen "merkezi
devlet iktidarı" gelişmişti. Sermaye ile emek arasındaki sınıf
karşıtlığının gelişmesi nedeniyle, "devlet iktidarı gitgide toplumsal
köleleştirme ereğiyle örgütlenmiş bir kamu gücü, bir sınıf egemenliği aygıtı
niteliğini kazanıyordu. Sınıflar savaşımında bir ilerlemeyi gösteren her
devrimden sonra, devlet iktidarının salt bastırıcı niteliği gitgide daha açık
bir biçimde ortaya çıkıyordu". 1848-1849 devriminden sonra, devlet
iktidarı, "sermayenin emeğe karşı ulusal savaş silahı," durumuna
gelir. İkinci imparatorluk, bu silahı daha da güçlendirmekten başka bir şey
yapmaz.
"İmparatorluğun dolaysız antitezi,
Komün oldu." Komün, "sınıf egemenliğinin yalnızca monarşik biçimini
değil, sınıf egemenliğinin ta kendisini ortadan kaldırması gereken bir
cumhuriyetin" "olumlu biçimiydi..."
Proleter sosyalist cumhuriyetin bu
"olumlu" [sayfa 57] biçimi açıkça neye dayanıyordu? Kurmaya başladığı
devlet nasıl bir şeydi?
"... Komünün ilk kararnamesi...
sürekli ordunun ortadan kaldırılması ve onun yerine silahlanmış halkın konması
oldu..."
Bu istem, şimdi, sosyalist olduğunu
söyleyen bütün partilerin programlarında yer alıyor. Ama bu partilerin
programlarının kaç para ettiğini, en iyi, 27 Şubat Devriminden hemen sonra, bu
isteme uymayı kabul etmemiş bulunan bizim Devrimci-Sosyalistlerimizle
Menşeviklerimizin tutumu gösterir!
"...Komün, kentin çeşitli
ilçelerinden genel oyla seçilmiş belediye meclisi üyelerinden oluşmuştu. Bu
üyeler sorumlu ve her an görevden geri alınabilirdiler. Üyelerinin çoğu doğal
olarak ya işçiler, ya da işçi sınıfının ünlü temsilcileriydiler..."
"... Merkezi hükümetin aleti olmaya
devam edecek yerde, polis, politik niteliklerinden hemen yoksun bırakıldı ve
Komün'ün 'sorumlu ve her an görevden geri alınabilir' bir aleti durumuna
dönüştürüldü... Yönetimin bütün öteki kollarındaki memurlar için de aynı şey
oldu... Komün üyelerinden, en alt basamağa dek, kamu görevi, işçi ücretleri
karşılığı görülecekti. Devlet kodamanlarının geleneksel rüşvet ve temsil
ödenekleri, bu kodamanların kendisiyle birlikte, yokoldu... Eski hükümet
iktidarının maddi aletleri olan sürekli ordu ve polis ortadan kaldırıldıktan
sonra, Komün manevi baskı aracını, papazların iktidarını yıkma işine girişti...
Adalet görevlileri yalancı bağımsızlıklarından yoksunlaştırıldılar... seçilir, sorumlu
ve geri alınabilir olacaklardı..."[11]
Böylece, Komün, sürekli orduyu ortadan
[sayfa 58] kaldırma, istisnasız bütün memurların seçilerek işbaşına gelme ve
her an işten geri alınabilme yönteminin kabulü yoluyla, "yalnızca"
daha tam bir demokrasi kurarak, yıkılmış devlet makinesini değiştirmişe
benziyordu. Ne var ki, bu "yalnızca", aslında devsel bir yapıt
olusturur: kurumların adamakıllı farklı başka kurumlarla değiştirilmesi. Bu bir
"niceliğin niteliğe dönüşümü" durumunun ta kendisidir: Böylece,
tasarlanması olanaklı en tam ve en yöntemli biçimde gerçekleşmiş bulunan
demokrasi, burjuva demokrasisinden proletarya demokrasisi durumuna gelir;
devlet (belirli bir sınıfı baskı altında tutmaya yarayan özel güç) durumundan,
asıl anlamıyla, artık devlet olmayan bir şey durumuna dönüşür.
Ama bu böyledir diye, burjuvaziyi yenmek
ve direncini kırmak zorunluluğu da ortadan kalkmaz. Komün, özellikle bu
zorunlulukla karşıkarşıyaydı; ve, Komün'ün bozguna uğrama nedenlerinden biri
de, bu işi gereğince gözüpek bir biçimde yapmamış olmasıdır. Ama burada, baskı
altında tutma örgütü, artık kölecilik, serflik ve ücretli kölelik çağlarında
her zaman olduğu gibi, nüfusun azınlığı değil, çoğunluğudur. Ama, kendisini
baskı altında tutanları kendisi yendiği anda da, halk çoğunluğunun "özel
bir baskı gücü"ne artık gereksinimi yoktur! İşte bu anlamdadır ki, devlet
sönmeye başlar. Ayrıcalıklı bir azınlığın (ayrıcalıklı memurlar, sürekli ordu
şefleri) özel kurumları yerine, bu işleri çoğunluğun doğrudan kendisi görebilir;
ve devlet gücünün görevleri halkın tümü tarafından ne ölçüde yerine
getirilirse, bu güç o derecede zorunlu olmaktan çıkar.
Bu bakımdan, Komün tarafından alınan ve
[sayfa 59] Marks'ın önemle belirttiği önlemlerden biri son derece dikkate
değer: bütün temsil ödeneklerinin, memur zümresine tanınmış bütün parasal
ayrıcalıkların kaldırılması; bütün memur aylıklarının "işçi
ücretleri" düzeyine indirilmesi. Burjuva demokrasisinden proletarya
demokrasisine, ezenlerin demokrasisinden ezilen sınıfların demokrasisine,
belirli bir sınıfı baskı altında tutmaya yarayan "özel güç" olarak
devletten, halk çoğunluğunun, işçi ve köylülerin genel iktidarı tarafından
baskıcılar üzerinde uygulanan baskıya dönüş, en göze çarpar biçimde, işte
burada ortaya çıkar. Ve, işte tam da devlet, sorunuyla ilgili belki bu en
çarpıcı ve en önemli nokta üzerindedir ki, Marks'ın öğrettiği şeyler, en çok
unutulan şeyler olmuştur. Basitleştirilmiş açıklamalarda —sayısızdır bunlar—
bundan hiç sözedilmez. İnançları devlet dini haline geldikten sonra, ilkel
hristiyanlığın "saflıklarını", devrimci demokratik ruhuyla birlikte
unutmuş bulunan hristiyanlar gibi, bu nokta üzerinde bir "saflık"mış
gibi susmak, "usuldendir".
Yüksek devlet memurları aylıklarının
indirimi, "yalnızca" saf, ilkel bir demokratizm istemiymiş gibi
görünür. Modern oportünizmin "kurucularından" biri, eski
sosyal-demokrat Ed. Bernstein, "ilkel" demokratizme karşı yavan
burjuva alaylarını yinelemeyi alışkanlık haline getirmişti. Bütün oportünistler
gibi, günümüzün bütün kautskitsleri gibi, o da, ilk olarak "ilkel"
demokratizme belirli ölçüde bir "dönüş" olmaksızın, kapitalizmden
sosyalizme geçmenin olanaksız olduğunu (çünkü, ensonu devlet görevlerinin
çoğunluk tarafından, halkın tümü tarafından yapılması başka türlü nasıl
olanaklı olabilir?), ve ikinci olarak, [sayfa 60] kapitalizm ve kapitalist
kültür üzerine dayanmış "ilkel demokratizm"in, eski, ya da
kapitalizm-öncesi çağların ilkel demokratizmi olmadığını, hiç mi hiç
anlamamıştır. Kapitalist kültür, büyük üretimi, fabrikaları, demiryollarını,
postayı, telefona vb. yaratmıştır. Ve, bu temel üzerinde, eski "devlet
iktidarı" görevlerinin büyük çoğunluğu öylesine basitleştirilmiş ve
öylesine basit kayıt-kuyut, denetim işlemlerine indirgenebilmişlerdir ki, ilköğretimden
geçmiş bulunan herkes bu işleri yapabilir; basit bir "işçi ücreti"
ile bütün bu işler pekala yapılabilir; öyleyse, bu işlerden her tür
ayrıcalıklı, "hiyerarşik" nitelik kaldırılabilir (kaldırılmalıdır
da).
İstisnasız bütün memurların her işe
seçimle gelip, her an görevden geri alınabilmelerinin olanaklı olması,
aylıklarının normal bir "işçi ücreti" düzeyine indirilmesi gibi,
işçilerle köylü çoğunluğunun çıkarlarını son derecede dayanışık duruma getiren
bu basit ve "anlaşılması kolay" demokratik önlemler, aynı zamanda
kapitalizmden sosyalizme götüren köprü işini de görürler. Bu önlemler, devletin
yeniden-örgütlenmesine, toplumun salt politik yeniden-örgütlenmesine
ilişkindirler; ama elbette tüm anlam ve tüm değerlerini, ancak
"mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesi"nin gerçekleşmesine ya da
hazırlanmasına bağlandıkları zaman, yani üretim araçları üzerindeki kapitalist
özel mülkiyetin sosyalist mülkiyet durumuna dönüşmesiyle kazanırlar.
Marks, "Komün, iki büyük masraf
kaynağını, sürekli ordu ve memurculuğu ortadan kaldırarak, bütün burjuva
devrimlerin belgisi olan ucuz hükümeti gerçekleştirdi" diye yazıyordu.
[sayfa 61]
Küçük-burjuvazinin bütün öteki tabakaları
gibi köylülüğün de yalnızca çok küçük bir azınlığı, sözcüğün burjuvaca
anlamıyla, "yükselir", "başarı kazanır"; yani yalnızca bazı
bireyler, ya ense-kulak yerinde kişiler, burjuvalar durumuna, ya da güvenceli
ve ayrıcalıklı memurlar durumuna gelirler. Köylülüğün varolduğu bütün
kapitalist ülkelerde (ve bu ülkeler çoğunluktadırlar), köylülerin büyük
çoğunluğu, hükümet tarafından ezilir ve hükümeti alaşağı etme özlemini taşır;
"ucuz" bir hükümet özlemi çeker. Bu görevin üstesinden yalnızca
proletarya gelebilir; ve bunu yaparak, aynı zamanda devletin sosyalist
yeniden-örgütlenmesine doğru da bir adım atmış olur.
3.
PARLAMENTARİZMİN ORTADAN KALDIRILMASI
Marks, şöyle yazıyordu:
"Komün, parlemanter bir örgüt değil,
aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir gövde olmak
zorundaydı."
"Genel oy hakkı, her üç ya da altı
yılda bir parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin 'temsil edeceği'ni
ve ayaklar altına alacağını (ver-und zertreten) kararlaştırmak yerine, komünler
halinde örgütlenmiş halka —herhangi bir işverenin kişisel seçimi gibi—, bu işletmeler
[komünler] için işçiler, gözlemciler, muhasebeciler bulmaya yaramalıydı."
Parlamentarizmin 1871'de formüle edilmiş
bulunan bu ilginç eleştirisi de, sosyal-şovenizm ve oportünizmin egemenliği
nedeniyle, bugün marksizmin "unutulmuş sözleri" arasında bulunur.
Profesyonel bakan ve parlemanterler, proletarya [sayfa 62] düşmanları ve
"pratik" sosyalistler parlamentarizmi eleştirme işini artık büsbütün
anarşistlere bırakmış bulunuyorlar; bu nedenle de, şaşırtıcı bir mantıkla,
parlamentarizmin her eleştirisini, "anarşist"likle
nitelendiriyorlar!! Scheidemann, David, Legien, Sembat, Renaudel, Henderson,
Vandervelde, Stauning, Branting, Bissolati ve hempaları gibi
"sosyalist"leri görerek midesi bulanan "ileri" parlemanter
ülkelerdeki proletaryanın, aslında oportünizmin ikiz kardeşi olan
anarko-sendikalizme gitgide daha çok yakınlık göstermesine şaşmamak gerekir.
Ama, Marks için devrimci diyalektik,
bugün moda olan bu boş lafazanlıktan, Plekhanof, Kautsky ve başkalarının çocuk
oyuncağı haline getirdikleri bu saçma gevezelikten bambaşka bir şeydi. Marks,
özellikle, koşulların devrim için uygun olmadığı durumlarda, burjuva
parlamentarizmi "ahır"ından yararlanmaktaki yetersizliği yüzünden,
anarşizmle arayı iyice açmış; ama aynı zamanda, parlamentarizmin gerçekten
proleter ve devrimci bir eleştirisini yapmayı da bilmişti.
Belirli bir süre için parlamentoda halkı,
yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine, dönem
dönem karar vermek: yalnızca anayasal parlemanter krallıklarda değil, en
demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur.
Ama, devlet sorunu, proletaryanın bu
alandaki görevleri bakımından konur ve parlamentarizm devlet kurumlarından biri
olarak kabul edilirse, bu takdirde parlamentarizmden kurtulmanın yolu nedir?
Ondan nasıl vazgeçilebilir?
Şunu tekrar ve tekrar söylemek
zorundayız: [sayfa 63]
Marks'ın, Komün'ü inceleyerek çıkardığı
dersler kadar unutulmuştur ki, günümüzün "sosyal-demokratı"
(günümüzün sosyalizm haini okuyunuz), parlamentarizmin anarşist ya da gerici
eleştirisinden başka bir eleştirisini anlama yeteneğinden adamakıllı yoksundur.
Gerçi parlamentarizmden kurtulma yolu,
temsili örgenlikleri ve seçim ilkesini yıkmaya değil, laf değirmenleri olan bu
temsili örgenlikleri "hareketli" kurumlar durumuna dönüştürmeye
dayanır. "Komün, parlemanter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütmeci,
hem de yasamacı, hareketli bir gövde olmak zorundaydı."
"Parlemanter olmayan, ama
hareketli" bir örgenlik, işte tam da çağcıl parlemanterler ile sosyal
demokrasinin parlemanter "kuçukuçu"larının anlayacağı bir söz!
Amerika'dan İsviçre'ye, Fransa'dan İngiltere'ye, Norveç'e vb. dek, herhangi bir
parlemanter ülkeyi düşününüz; asıl "devlet" işleri hep kulislerde
görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları
tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca "'saf halk"ı aldatma
ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz. Bu o kadar doğrudur ki, burjuva
demokratik cumhuriyet olan Rus Cumhuriyetinde bile, hatta gerçek bir parlamento
kuracak zamanı bulmadan önce, parlamentarizmin bütün bu kusurları hemen ortaya
çıktı. Çürümüş burjuva darkafalılığının kahramanları —Skobelev ve Çereteli'ler,
Çernov ve Avksentiyevler—, en iğrenç burjuva parlamentarizmi örneğine göre
kısır söz değırmenlerine çevirdikleri Sovyetleri bile bozmayı başardılar.
Sovyetlerde, " sosyalist" bakan baylar, laf ebelikleri ve karar
tasarılarıyla, saf köylüleri aldatıyorlar. Hükümet [sayfa 64] içindeyse, bir
yandan "yağ tabağı"nın, yani kazançlı ve saygın arpalıkların
çevresine, sırayla, olabildiğince çok Devrimci-Sosyalist ve Menşevikleri
oturtmak, öte yandan da, halkın "dikkatini dağıtmak" için sürekli bir
oyun oynanıyor. Bu arada, kurmay kurullarında, bakanlıklarda, "devlet
işi" "görülüyor! ".
Yönetici partinin
"Devrimci-Sosyalistler"in organı Diyelo Naroda,"[12] bir
başyazısında "herkes"in kendini politik fuhşa verdiği "kibar
sosyete"deki insanların o eşsiz içtenliğiyle, henüz yakın zamanlarda
itiraf ediyordu ki, hatta "sosyalistler"e (sözcüğü bağışlayınız) ait
olan bakanlıklarda bile, tüm eski bürokratik aygıt öz bakımından aynı
kalmıştır, geçmişte olduğu gibi işler ve devrimci önlemleri tam bir
"özgürlük" içinde baltalar. Ama bu itiraf olmaksızın bile,
Devrimci-Sosyalistlerle Menşeviklerin hükümete katılmaları öyküsü, bunun böyle
olduğunun somut kanıtı değil midir? Bu durumda ilginç olan şey, Kadetlerle
birlikte hükümette yer alan Çernov, Rusanov, Zenzinov efendiler ile Diyelo
Naroda'nın öteki yazarlarının, "onlarda", onların bakanlıklarında,
her şeyin eskisi gibi gittiğini, önemsiz bir şey gibi açıkça ve yüzleri
kızarmadan anlatacak kadar küstahlığı ileri götürmeleridir!! Saf köylüyü
aldatmak için devrimci demokratik lafazanlık, kapitalistleri "keyiften
dörtköşe etmek" için bürokratik ve kırtasiyeci hinoğluhinlikler: işte
"namuslu" koalisyonun içyüzü.
Burjuva toplumun iliklerine dek çürümüş,
satılık parlamentarizmi yerine, Komün, düşünce özgürlüğü ve tartışmanın
yutturmaca halinde yozlaşmadığı örgenlikleri koyar. Bu örgenliklerde, düşünce
özgürlüğü ve tartışma, yutturmaca halinde [sayfa 65] yozlaşmaz: çünkü
parlemanterler (bu örgütlere seçilenler) kendileri çalışmak, yasalarını
kendileri uygulamak, bu yasaların etkilerini kendileri denetlemek, bunlar
üzerine, seçmenlerine karşı, doğrudan kendileri yanıt vermek zorundadırlar.
Temsili örgenlikler kalır; ama, özel sistem olarak, yasama ve yürütme
arasındaki işbölümü olarak, milletvekilleri için ayrıcalıklı durum olarak
parlamentarizm artık yoktur. Bir demokrasiyi, hatta bir proletarya
demokrasisini, temsili örgenlikler olmaksızın düşünemeyiz; ama, eğer bizim için
burjuva toplumunun eleştirisi boş bir söz değilse, eğer bizim burjuvaziyi
alaşağı etme isteğimiz, Menşevik ve Devrimci-Sosyalistlerde olduğu gibi,
Scheidemann'lar ve Legien'lerde, Sembat'lar ve Vandervelde'lerde olduğu gibi,
işçilerin oylarını avlamaya özgü "seçimlik" bir söz değil de ciddi ve
içten bir istekse, demokrasiyi parlamentarizm olmaksızın düşünebiliriz ve
düşünmek zorundayız da.
Marks'ın, Komün için olduğu gibi,
proletarya demokrasisi için de gerekli olan bu idari personelin görevlerinden
sözederken, karşılaştırma terimi olarak "herhangi bir işverenin"
personeli terimini kullanması, yani "işçileri, gözetimcileri ve muhasebecileri"
ile olağan bir kapitalist işletmeyi alması, son derece anlamlıdır.
Marks'ta ütopyacılığın zerresi yoktur; o
tepeden tırnağa "yeni" bir toplum tasarlamaz, tepeden tırnağa
"yeni" bir toplum türetmez. Hayır, o yalnızca yeni toplumun eskisinin
içinden doğuşunu, eski toplumdan yeni topluma geçiş biçimlerini, doğal bir
tarih süreci olarak irdeler. Somut proleter yığın hareketi deneyini ele alır ve
ondan [sayfa 66] pratik dersler çıkarmaya çalışır. Marks, Komün "okulundan
ders alır"; tıpkı bütün büyük devrimci düşünürlerin, ("silaha
sarılınmamalıydı" diye Plekhanov, ya da "bir sınıf, kendi özlemlerini
kendisi sınırlandırmasını bilmelidir" diyen Çereteli örneği) hiçbir zaman
bilgiççe bir "ahlak" açısından yanaşmaksızın, ezilen sınıf
hareketlerinin büyük okulundan ders almakta duraksamadıkları gibi.
Memurculuğu birdenbire, her yerde ve
büsbütün ortadan kaldırmak sözkonusu edilemez. Bu bir ütopyadır. Ama, giderek
tüm memurculuğun ortadan kalkmasını sağlayacak yeni bir yönetim makinesinin
vakit geçirmeksizin kurulmasına başlamak için, eski yönetim makinesini hemen
parçalamak bir ütopya değil, Komün deneyinin ta kendisi, devrimci proletaryanın
geciktirilmez, ivedi görevinin ta kendisidir.
Kapitalizm yönetsel "devlet"
görevlerini basitleştirir; bu da, "tepeden buyurma yöntemleri"nin
yadsınmasını, ve, her şeyin toplumun tümü adına, "işçilere, gözetimcilere,
muhasebecilere" işveren bir proleterler (egemen sınıf) örgütüne
bağlanmasını sağlar.
Biz ütopyacı değiliz. Tüm yönetim
makinesinden, bütün devlet basamaklarından bir anda vazgeçmeyi
"hayal" etmiyoruz; proletarya diktatorasına düşen görevlerin
anlaşılmamasına dayanan bu anarşistçe düşler, marksizme adamakıllı yabancıdır;
ve gerçekte, sosyalist devrimi insanların değişecekleri güne dek ertelemekten
başka bir işe yaramaz. Bize gelince, biz, sosyalist devrimi, astın üste
bağımlılığından, denetimden, "gözetimci ve muhasebecilerden"
vazgeçmeyecek olan bugünkü insanlarla yapmak istiyoruz. [sayfa 67]
Ama, buyruğu altına girilmesi gereken şey
bütün sömürülenlerin, bütün emekçilerin silahlı öncüsü olan proletaryadır.
Devlet memurlarına özgü "tepeden buyurma yöntemleri"ni, daha bugünden
kentli halkın çoğunun yetkinlikle yapabileceği, dolayısıyla "işçi
ücretleri" karşılığı pekala yapılabilecek olan çok basit işlerle, basit
bir "gözetim ve muhasebe" uygulamasıyla değiştirmeye, daha şimdiden,
bugünden yarına, başlanabilir ve başlanmalıdır da.
Biz işçiler, kapitalizm tarafından daha
önce yaratılmış bulunan şeyi hareket noktası alıp, kendi işçi deneyimize
dayanarak, sert bir disiplin, silahlı işçilerin devlet iktidarı tarafından
korunan demirden bir disiplin kurarak, büyük üretimi, biz kendimiz
örgütleyeceğiz; devlet memurlarını (elbette her tür ve her düzeydeki uzmanları
yerinde tutarak), yönergelerimizin basit uygulayıcıları rolüne, sorumlu, geri
alınması olanaklı ve mütevazi bir para alan "gözetimciler ve
muhasebeciler" durumuna indirgeyeceğiz: İşte bizim proleterce görevimiz
budur; işte proleter devrimi yaparken, kendisinden başlanması olanaklı ve
kendisinden başlanması gereken şey budur. Büyük üretim temeline dayanan bu ilk
önlemler, kendiliğinden, tüm memurculuğun kerte kerte "sönme"sine;
gitgide basitleşen gözetim ve muhasebe görevlerinin, zamanla bir alışkanlık
durumuna gelmek ve ensonu özel bir kategorideki bireylerin özel görevleri
olarak ortadan kalkmak üzere, bunların sırayla herkes tarafından yapılacağı bir
düzenin —tırnak içinde olmayan ve ücretli köleliğe hiç benzemiyen bir düzenin—
kerte kerte kurulmasına götürecektir. [sayfa 68]
70 yıllarının nükteci bir Alman
sosyal-demokratı Posta'nın örnek bir sosyalist işletme olduğunu söylemişti.
Bundan daha doğru bir şey yoktur. Posta bugün Kapitalist devlet tekeli örneğine
göre örgütlenmiş bir işletmedir. Emperyalizm, bütün tröstleri gitgide bu tipten
örgütler durumuna dönüştürüyor. İşten bunalmış ve aç "basit"
emekçiler, bu tip örgütlerde burjuva bürokrasisinin pençesinde kıvranırlar. Ama
toplumsal yönetim mekanizması, bu örgütlerde daha şimdiden hazır durumdadır.
Kapitalistler bir kez alaşağı edildikten, bu sömürücülerin direnci silahlı
işçilerin demir pençesiyle kırılıp da bugünkü bürokratik devlet makinesi bir
kez parçalandıktan sonra, karşımızda, teknik bakımdan harikulade araçlanmış,
"asalaklık"tan kurtulmuş, ve birleşmiş işçilerin, teknisyenler,
gözetimciler, muhasebeciler çalıştırarak, hepsinin emeğini, tıpkı tüm
"kamu" memurları gibi, bir işçi ücretiyle ödeyerek, kendi başlarına
pekala işletebilecekleri bir mekanizma var demektir. Bütün tröstler konusunda
hemen gerçekleştirilmesi olanaklı, pratik, somut ve Komün tarafından (özellikle
devlet örgütlenmesi alanında) pratik olarak, daha önce başlatılmış olan deneyi
hesaba katarak, emekçileri sömürüden kurtarmaya yetenekli görev, işte budur.
Ulusal ekonominin tümünün, posta gibi,
teknisyenlerin, gözetimcilerin, muhasebecilerin, silahlı proletaryanın denetim
ve yönetimi altındaki bütün memurlar gibi, "işçi ücretleri"ni
geçmeyen bir aylık alacakları biçimde örgütlenmesi: İvedi ereğimiz, işte budur.
İşte gereksindiğimiz devlet ve onun ekonomik temeli. İşte bir yandan
parlamentarizm ortadan kaldırılırken, bir yandan da temsili [sayfa 69]
örgenliklerin korunmasının vereceği sonuç; işte çalışan sınıfları, bu
örgenliklerin burjuvazi tarafından bozulmasından kurtaracak olan şey.
4. ULUS
BİRLİĞİNİN ÖRGÜTLENMESİ
"...Komün'ün geliştirme zamanı
bulamadığı kısa bir ulusal örgütlenme taslağında, hatta en küçük köylerin bile
siyasal örgütlenme biçiminin Komün olması gerektiği açıkça
söylenmiştir..." Aynı biçimde, Paris "ulusal delegasyonu"nu
seçecek olanlar da, komünlerdir.
"... Henüz merkezi bir hükümete
kalmış bulunan, sayıca az, ama önemli görevler, yanlışlığı biline biline
söylendiği gibi, ortadan kaldırılmamalı, ama komün memurlarına, yani sıkısıkıya
sorumlu memurlara verilmeliydi..."
"...Ulusun birliği parçalanmamalı,
tersine, komünal kuruluş aracıyla örgütlendirilmeliydi; ulus birliği, bu
birliğin cisimleşmesi olduğunu ileri süren, ama asalak bir urdan başka bir şey
olmadığı halde, ulustan bağımsız ve ondan üstün olmak isteyen devlet gücünün
parçalanması yoluyla, bir gerçeklik durumuna gelmeliydi... Önemli olan, eski
hükümet iktidarının salt bastırıcı nitelikteki organlarının budanması, kesilip
atılmasıydı; bu iktidarın yasal görevleri, toplumun üstünde yer aldığını ileri
süren bir otoriteden sökülüp alınmalı ve toplumun sorumlu görevlerine
verilmeliydi."
Marks'ın bu düşüncelerini çağdaş
sosyal-demokrasi oportünistlerinin ne derece anlamadıklarını —anlamak
istemediklerini demek belki daha doğru olur— en iyi gösteren şey, dönek
Bernstein'a [sayfa 70] Erostrat'vari [31*] bir ün kazandıran kitaptır:
Sosyalizmin öncülleri ve sosyal-demokrasinin görevleri. Tam da Marks'ın yukarda
aktarmış bulunduğumuz parçası konusunda, Bernstein şöyle yazıyordu: ... bu
program "siyasal içeriği bakımından, bütün ana çizgilerinde, Proudhon'un
federalizmiyle çarpıcı bir benzerlik gösterir... Marks ile 'küçük-burjuva'
Proudhon arasında [Bernstein, dalga geçmek için, 'küçük-burjuva'yı tırnak
içinde yazıyor] öteki bütün ayrılıklara karşın, bu noktalar üzerinde ki görüş
biçimleri birbirine son derece benzemektedir." Kuşkusuz, diye devam eden
Bernstein, belediyelerin önemi büyür, ama "demokrasinin ilk görevinin,
modern devletlerin, Marks ve Proudhon'un tasarladıkları bu kalkışı [Auflösung,
harfi harfine: gerçek ve mecaz anlamda dağılma] ve örgütlenmelerindeki bu tam
değişiklik [Umwandlung, değişim]: yani bütün o eski ulusal temsil biçimlerinin
tamamen yokolacakları biçimde, kendileri de komünler delegelerinden oluşacak
bölge ya da il meclisleri delegelerinden bir ulusal meclis kurulması olduğu,
bana kuşkulu görünüyor" (Bernstein, aynı yapıt, 1899 Almanca baskısı, s.
134 ve 136).
İşte düpedüz şaşılacak bir şey: Marks'ın
"asalak devlet iktidarının yıkılması" üzerindeki görüşlerini, Proudhon'un
federalizmiyle karıştırmak! Ama bu bir rastlantı sonucu değildir; çünkü
Marks'ın burada, federalizmi merkeziyetçiliğe karşıt olarak ele almak şöyle
dursun, bütün burjuva ülkelerde [sayfa 71] varolan eski burjuva devletten
sözettiği, oportünistin aklına bile gelmez.
Oportünistin aklına, çevresinde, kendi
küçük-burjuva hamkafalık ve "reformist" durgunluk ortamında gördüğü
şeyden, yani yalnızca "belediyeler"den başka bir şey gelmez!
Proletarya devrimine gelince, oportünist onu düşünmeyi bile unutmuştur.
Bu gülünçtür. Ama bu nokta üzerinde
Bernstein ile tartışılmamış olması da ilginçtir. Birçokları, özellikle Rus
yazarları arasında Plekhanov, batı Avrupa yazarları arasında Kautsky;
Bernstein'ı çürütmüşlerdir; ama ikisi de, Marks'ın Bernstein tarafından bu
çarpıtılması üzerine hiçbir şey söylememişlerdir.
Oportünist, devrimci olarak düşünmeyi ve
devrim düşünmeyi öylesine unutmuştur ki, anarşizmin kurucusu Proudhon ile
böylesine karıştırdığı Marks'ta "federalizm" görür. Ve ortodoks
marksistler olduklarını ve devrimci marksizm öğretisini savunmak istediklerini
ileri süren Kautsky de, Plekhanov da, bu konuda susarlar. Burada, marksizm ile
anarşizm arasında, oportünistleri olduğu kadar kautskistleri de belirleyen ve
üzerinde konuşmak zorunda kalacağımız ayrım üzerine, o aşırı görüş
yoksulluğunun köklerinden biri göze, çarpar.
Marks'ın, Komün deneyi üzerine aktarmış
bulunduğumuz düşüncelerinde, federalizmin izi bile yoktur. Marks, Proudhon ile,
yalnızca oportünist Bernstein'in ayrımsamadığı bir nokta üzerinde uzlaşır.
Bernstein'in onları uzlaşmış gördüğü yerde ise, Marks, Proudhon ile uzlaşmazlık
içindedir.
Marks, Proudhon ile şu anlamda uzlaşır
ki, her ikisi de güncel devlet makinesinin "yıkılma"sından [sayfa 72]
yanadırlar. Marksizmin anarşizm ile (Bakunin ile olduğu gibi Proudhon ile de)
bu benzeşmesini ne oportünistler görmek isterler, ne de kaustkistler; çünkü
onlar, bu nokta üzerinde, marksizmden uzaklaşmışlardır.
Marks, federalizm konusunda (proletarya
diktatorasından ayrı olarak), Proudhon ve Bakunin ile uzlaşmazlık içindedir.
Federalizm ilkeleri, anarşizmin küçük-burjuva düşünlerinden çıkar. Marks,
merkeziyetçidir. Ve ondan aktarılan parçalarda, merkeziyetçiliğe en küçük bir
aykırılık yoktur. Yalnızca devlete karşı boş bir küçük-burjuva
"inanı" ile dolu kimseler, burjuva devlet makinesinin yıkılmasını
merkeziyetçiliğin yıkılması olarak anlayabilirler!
Ama proletarya ve yoksul köylüler, eğer
devlet gücünü ellerine alır, komünler içinde tamamen özgür bir biçimde örgütlenir
ve sermayeyi vurmak, kapitalistlerin direncini kırmak, demiryollarının,
fabrikaların, toprağın vb. özel mülkiyetini ulusun tümüne, toplumun tümüne
devretmek için, bütün komünlerin eylemini birleştirirlerse, bu, merkeziyetçilik
olmayacak mıdır? Bu, en tutarlı demokratik merkeziyetçilik, üstelik de proleter
bir merkeziyetçilik olmayacak mıdır?
Bernstein, özgür onaya dayanan bir
merkeziyetçilik olanağını, komünlerin ulus olarak özgürce bir birleşme
olanağını, proleter komünlerin burjuva egemenliğini ve burjuva devlet
makinesini yıkma ereğiyle gönüllü kaynaşma olanağını tasarlamaya yetenekli
değildir. Her hamkafa gibi, Bernstein de, merkeziyetçiliği, ancak tepeden,
bürokrasi ve militarizm tarafından dayatılarak ayakta tutulabilen bir şey
olarak düşünür. [sayfa 73]
Marks, öğretisinin bu çarpıtılma
olanağını sanki önceden görmüş gibi, Komün'ü ulusun birliğini yıkmak ve merkezi
iktidarı ortadan kaldırmak istemiş olmakla suçlamanın, bile bile bir yanlışlık
yapmak olduğunu özellikle belirtir. Marks, askeri, bürokratik burjuva
merkeziyetçiliğine karşı, bilinçli, demokratik proleter merkeziyetçliğini
koymak için, o "ulus birliğini örgütleme" deyimini özellikle
kullanır.
Ama ... işitmek istemiyenden daha kötü
sağır yoktur. Ve çağdaş sosyal-demokrasi oportünistleri de, devlet iktidarının
yıkılmasından, bu asalağın kesilip açılmasından sözedilmesini, hiç mi hiç
işitmek istemiyorlar.
5. ASALAK
DEVLETİN YIKILMASI
Marks'ın bu konuyla ilgili parçalarını
daha önce aktarmıştık; şimdi onları tamamlıyacağız. Marks, şöyle yazıyordu:
"Genellikle, tamamen yeni tarihsel
kuruluşların yazgısı, haksız yere, kendileriyle az-buçuk bir benzerlik
gösterdikleri toplumsal yaşamın daha eski, hatta kaybolup gitmiş biçimlerinin
kopyası olarak kabul edilmektir. Böylece, çağcıl devlet iktidarını parçalayan
(bricht) bu yeni Komün'de de, ortaçağ komünlerinin, bir canlanışı...
Montesquieu ve Girondin'lerin düşlerine uygun bir küçük devletler federasyonu
... merkeziyetçiliğin aşırılıklarına karşı eski savaşımın abartılmış bir biçimi
görülmek istendi..."
"...Komünal kuruluş, o zamana dek
toplumun sırtından geçinen ve onun özgür hareketini kötürümleştiren asalak ur
tarafından, yani devlet [sayfa 74] tarafından sahip çıkılan bütün güçleri,
toplumsal gövdeye geri verecekti. Yalnız bu olgudan dolayı, komünal kuruluş,
Fransa'nın yeniden-canlanmasının hareket noktası olabilirdi..."
"...Komünal kuruluş, tarım
üreticilerini kentlerin entellektüel yönetimi altına koyacak onlara, kent
işçilerinin kişiliğinde, çıkarlarının doğal koruyucularını bulma güvencesini
getirecekti. Komün'ün varoluşu bile, apaçık bir şey olarak, belediye
özgürlüğünü içeriyordu; ama bu özgürlük, artık ortadan kaldırılmış bulunan
devlet iktidarı için bir engel değildi."
"Devlet iktidarının", bu
"asalak urun yıkılması"; bu iktidarın "budanması",
"yıkılması", "artık ortadan kaldırılmış bulunan devlet
iktidarı" —Komün deneyini değerlendiren ve çözümleyen Marks, devletten
işte bu terimlerle sözeder.
Bütün bunlar, yarım yüzyıldan daha az bir
süre önce yazıldı; ve bugün, çarpıtılmamış bir marksizmi yeniden bulmak ve onu
geniş halk yığınlarının bilincine yerleştirmek için, arkeolojik kazılara
girişmek gerekiyor. Marks'ın, yaşamış olduğu son büyük devrim üzerindeki
gözlemlerinden çıkardığı sonuçlar, tam da proletaryanın yeni bir büyük
devrimler çağı başladığı anda unutulmuş bulunuyor.
"...Komün'ün konusu olduğu
yorumların ve ondan yana olduğunu söyleyen çıkarların çokluğu, bütün öbür
hükümet biçimlerinin o zamana dek vurguyu bastırma üzerine koymuş bulunmalarına
karşın, onun yayılmaya çok elverişli bir siyasal biçim olduğunu gösterir. Onun
gerçek gizi, şudur: özsel olarak bir işçi sınıfı hükümeti, üreticilerin,
temellükçüler sınıfına karşı sınıf savaşımının sonucu, emeğin iktisadi
kurtuluşunun gerçekleşmesini [sayfa 75] sağlayan ensonu bulunmuş siyasal
biçimdi o..."
"Bu son koşul olmaksızın, komünal
kuruluş olanaksız bir şey ve bir aldatmaca olurdu..."
İçinde toplumun sosyalist
yeniden-örgütlenmesinin oluşması gereken siyasal biçimleri
"keşfetmek" için, ütopyacılar büyük çabalar göstermişlerdi.
Anarşistler, siyasal biçimler sorununu toptan bir yana atmışlardı. Çağdaş
sosyal-demokrasi oportünistleri, burjuva parlemanter demokratik devletin
siyasal biçimlerini, aşılmaması gereken bir sınır olarak kabul etmişler ve, bu
biçimleri parçalamayı gözeten her girişime anarşizm adını vererek, bu
"model" önünde secdeye kapana kapana alınlarını aşındırmışlardır.
Marks, tüm sosyalizm ve siyasal savaşım
tarihinden, devletin ortadan kalkması gerektiği ve bu ortadan kalkışın geçiş
biçiminin de (devletten devlet-olmayana geçiş), "egemen sınıf olarak
örgütlenmiş proletarya" olacağı sonucunu çıkarmıştır. Bu geleceğin siyasal
biçimleri'ne gelince, Marks onları keşfetmek için kendini yormadı. Yalnızca
Fransa tarihini gözlemlemek, onu çözümlemek, ve 1851 yılının kendisini
götürdüğü: "olaylar burjuva devlet makinesinin yıkılmasına doğru
yöneliyor", sonucunu çıkarmakla yetindi.
Ve, proletaryanın devrimci yığın hareketi
patlak verdığı zaman, bu hareketin başarısızlığına, kısalığına ve apaçık
güççüzlüğüne karşın, Marks, onun ortaya koyduğu biçimleri irdelemeye koyulur.
Komün, emeğin ekonomik kurtuluşunu
gerçekleştirmeyi saklamak için proleter devrim tarafından "ensonu
bulunmuş" olan biçimdir.
Komün, proleter devrim tarafından,
burjuva devlet makinesini parçalamak için yapılmış ilk [sayfa 76] girişimdir;
parçalanmış olan şeyin yerine geçmesi olanaklı ve gerekli olan, "ensonu
bulunmuş" olan siyasal biçimdir.
Daha ilerde, 1905 ve 1917 Rus
devrimlerinin, ayrı bir çerçeve ve başka koşullar içinde Komün'ün yapıtını
sürdürüp Marks'ın dahice tarihsel çözümlemesini doğruladıklarını göreceğiz.
[sayfa 77]
BÖLÜM IV
DEVAM.
ENGELS'İN TAMAMLAYICI
AÇIKLAMALARI
Komün deneyiminin önemi üzerine
söyleneceklerin özünü Marks söylemiştir. Engels, Marks'ın gözümleme ve
vargılarını açıklayarak, birçok kez bu konu üzerine gelmiş ve bazan sorunun
başka yönlerini öylesine bir güçlülük ve öylesine bir özgelikle aydınlatmıştır
ki, bu açıklamalar üzerinde özel olarak durmamız gerekir.
1.
"KONUT SORUNU"
Engels, daha konut sorununu inceleyen
yapıtında (1872), devrimin devlet karşısındaki görevleri üzerinde her
duruşunda, Komün deneyimini hesaba katar. Bu somut konu üzerinde, bir yandan,
proleter devletle bugünkü devlet arasındaki —her iki durumda da devletten
sözedilmesi olanağını sağlayan— benzer çizgilerin, öte yandan da, onları
birbirinden ayıran ve devletin ortadan kalkmasına [sayfa 78] geçişi gösteren
çizgilerin nasıl açıkça ortaya çıktıklarını görmek çok ilginçtir.
"Öyleyse, konut sorununu nasıl
çözmeli? Bu sorun, bugünkü toplum içinde, bütün öteki toplumsal sorunlar nasıl
çözümlenirse, öyle çözümlenir: arz ve talep arasında, kerte kerte bir ekonomik
denge kurarak. Ama, sorunun durmadan yeniden-konulmasına engel olmayan bu
çözüm, aslında bir çözüm değildir. Bir toplumsal devrimin bu sorunu ne biçimde
çözebileceği sorununa gelince, bu yalnızca o devrimin içinde oluşacağı
koşullara değil, ama en önemlilerinden biri kent ile köy arasındaki karşıtlığın
ortadan kalkması olan çok daha geniş sorunlara da bağlıdır. Gelecekteki
toplumun örgütlenmesi için ütopik sistemler kurmakla uğraşmayacağımıza göre, bu
konu üzerinde daha fazla durmamız, yararsız olmaktan da öte bir şey olabilir.
Şurası kesindir ki, büyük kentlerde, daha şimdiden, usa uygun bir biçimde
kullanılmak koşuluyla, bütün gerçek 'konut darlığı'nı hemen önlemeye yetecek
kadar konut vardır. Tabii bu iş ancak bugünkü mülk sahiplerinin
mülksüzleştirilmesiyle, evsiz-barksız, ya da evlerinde balık istifi gibi
yaşayan emekçiler tarafından binalarının işgaliyle yapılabilir; ve,
proletaryanın siyasal iktidarı elde edeceği andan itibaren kamu yararının
gerektirdiği bu önlem, bugün konutlar devlet tarafından ne kadar kolay
kamulaştırılıyor ve savaş salmasına [tekalifi harbiye] tabi tutulabiliyorsa, o kadar
kolay gerçekleşecektir" (1887, Almanca baskı, s. 22).[13]
Burada devlet iktidarının bir biçim
değişikliği değil, yalnızca devlet etkinliğinin içeriği düşünülüyor. Bugünkü
devlet, konutları kamulaştırma ve savaş salması içine alma buyruğunu verebilir..Biçim
[sayfa 79] bakımından, proleter devlet de konutların savaş salması içine
alınmasını ve binaların kamulaştırılmasını "buyuracaktır". Ama eski
yürütme aygıtının, yani burjuvaziye bağlı bürokrasinin, proleter devletin
eğilimlerini uygulamaya elverişsiz olacağı da açıktır.
"...Belirtmek gerekir ki, bütün
çalışma aletlerinin, bütün sanayinin çalışan nüfus tarafından 'gerçek
temellükü' proudhoncu 'satın-alma'nın tamamen karşıtıdır. Proudhoncu çözüme
göre her işçi, evinin, tarlasının, iş aletlerinin sahibi haline gelir. Öteki
çözüme göreyse, 'çalışan nüfus', evlerin, fabrikaların ve çalışma aletlerinin
kollektif mülk sahibi olarak kalır; ve hiç olmazsa bir geçiş dönemi süresince,
karşılığı ödenmeksizin, bunların kullanımını bireylere ve özel topluluklara
kolay kolay bırakmaz. Tıpkı toprak mülkiyetinin ortadan kalkmasının, toprak
rantının ortadan kalkması değil, değişik bir biçim altında da olsa, topluma
maledilmesi demek olduğu gibi. Demek ki, bütün çalışma araçlarının çalışan
nüfus tarafından gerçek temellükü, kiralama ve kiraya vermenin devamını asla
ortadan kaldırmaz" (s. 68).
Burada şöyle bir değinilen sorunu,
devletin sönmesinin ekonomik temelleri sorununu, bundan sonraki bölümde
inceleyeceğiz. Engels proleter devletin, "hiç olmazsa bir geçiş dönemi
süresince", kira ödenmeksizin konutları "kolay kolay"
dağıtamıyacağını söyleyerek, düşüncesini büyük bir sakıntıyla dile getiriyor.
Tüm halkın mülkü olan konutların kira karşılığı şu ya da bu aileye kiralanması,
konut dağıtımı için bazı kuralların konmasını ve belirli bir denetimi
gerektirdiği gibi, bu kira-bedelinin toplanmasını da gerektirir. Bütün bunlar,
belirli [sayfa 80] bir devlet biçimini gerektirir, ama ayrıcalıklı bir durumdan
yararlanan memurlarla birlikte, özel bir askeri ve bürokratik aygıtı hiç mi hiç
gerektirmez. Oysa, konutların parasız sağlanabileceği bir duruma geçiş,
devletin tamamen "sönmesi"ne bağlıdır.
Engels bu arada, blanquistlerin,
Komün'den sonra ve Komün deneyiminin etkisi altında kalarak, marksizmin ilkesel
tutumunu benimsemelerinden sözederken, onların bu tutumunu söz arasında şöyle
tanımlar:
"... Sınıfların ve sınıflarla
birlikte devletin ortadan kalkmasına geçiş olarak, proletaryanın siyasal eylem
ve diktatorası zorunluluğu..." (s. 55).
Sözcükler üzerinde eleştiri heveslileri,
ya da "marksizmin yıkıcısı" burjuvalar, "devletin ortadan
kalkması"nın bu kabulü ile, anarşist olarak görülen bu formülün,
Anti-Dühring'in yukarda aktarılmış bulunan parçasındaki yadsınması arasında belki
bir çelişki göreceklerdir. Oportünistlerin Engels'i de anarşistler arasında
saydıklarını görmekte şaşılacak bir şey yoktur; enternasyonalistleri anarşizmle
suçlamak, günümüzde, sosyal-şovenler arasında gitgide yayılan bir
alışkanlıktır.
Sınıfların ortadan kalkmasıyla devletin
ortadan kalkması da gerçekleşecektir; marksizmin her zaman öğrettiği şey budur.
Anti-Dühring'in "devletin sönmesi" üzerindeki ünlü parçası,
anarşistleri, devletin ortadan kaldırılmasından yana oldukları için değil,
devletin ortadan kalkmasının "bugünden yarına" olanaklı olduğunu
öğütledikleri için suçlar.
Bugün, hükümferma olan
"sosyal-demokrat" öğreti, devletin ortadan kalkması sorununda,
marksizmin anarşizm karşısındaki tutumunu adamakıllı [sayfa 81] çarpıttığı
için, burada Marks ve Engels'in anarşistler ile bazı polemiklerini anımsatmak
çok yararlı olacak.
2.
ANARŞİSTLER İLE POLEMİK
Bu polemik 1873'e dek, çıkar. Marks ve
Engels, bu tarihte "otonomist" (özerkçi, muhtariyetçi), ya da,
"anti-otoriter" (tepeden inmeciliğe karşı) proudhonculara karşı
sosyalist bir İtalyan derlemesinde bazı yazılar yayınlamışlardı; bu yazıların
Almanca çevirisi, Neue Zeit'te,[14] ancak 1913'te çıktı.
Marks, anarşistlerle ve onların siyaseti
yadsımalarıyla alay ederek, şöyle yazıyordu:
"... Eğer işçi sınıfının siyasal
savaşımı devrimci biçimlere bürünürse, eğer burjuvazinin diktatorası yerine,
işçiler kendi devrimci diktatoralarını kurarlarsa, ilkelere karşı korkunç bir
suç işlemiş olurlar; çünkü, silahları bırakmak ve devleti ortadan kaldırmak
yerine, günlük sefil ve kaba gereksinimlerini karşılamak ve burjuvazinin
direncini kırmak için, devlete devrimci ve geçici bir biçim verirler..."
(Neue Zeit, 1913-1914, 32. yıl, c. 1, s. 40).
Marks, anarşistleri çürüttüğü zaman,
yalnızca devletin bu "o biçim ortadan kaldırılması"na karşı
çıkıyordu! Devletin sınıflara birlikte kaybolacağı ya da sınıfların ortadan
kalkmasıyla ortadan kalkacağı düşününe değil, işçiler adına silah kullanmanın,
örgütlenmiş zordan, yani "burjuvazinin direncini kırmaya" yarayacak
devlet'ten yararlanmanın olası bir yadsınmasına karşı çıkıyordu.
Marks, anarşizme karsı savaşımının gerçek
anlamının çarpıtılmaması için, proletarya için zorunlu olan devletin
"devrimci ve geçici biçimi"ni kesin [sayfa 82] olarak belirtir.
Proletaryanın, yalnızca bir zaman için devlete gereksinimi vardır. Erek olarak
devletin ortadan kalkması konusunda anarşistlerle en küçük bir uzlaşmazlık
içinde değiliz. Biz, bu ereğe erişmek için, sömürücülere karşı, devlet iktidarı
aletlerinin, devlet gücü araçlarının, devlet iktidarı yöntemlerinin geçici
olarak kullanılmasının zorunlu olduğunu söylüyoruz; tıpkı, sınıfları ortadan
kaldırmak için, ezilen sınıfın geçici diktatorasını kurmanın kaçınılmaz bir şey
olduğunu söylediğimiz gibi. Marks, sorunun anarşistlere karşıkoymanın en kesin,
en açık biçimini seçer: kapitalistlerin boyunduruğundan kurtulduktan sonra,
işçilerin "silahları bırakmaları" mı gerekir, yoksa kapitalistlerin
dirençlerini kırmak için bu silahları onlara karşı kullanmaları mı? Öyle olunca,
eğer bir sınıf bir başka sınıfa karşı sistemli olarak silahlarını kullanırsa,
bu, devletin "geçici bir biçimi" değildir de nedir?
Her sosyal-demokrat kendikendine sorsun:
anarşistler ile polemikte, devlet sorununu, kendisi böyle mi koyuyordu? II.
Enternasyonal'deki resmi sosyalist partilerin ezici çoğunluğu, bu sorunu böyle
mi koyuyordu?
Engels, aynı düşünleri, çok daha
ayrıntılı ve daha da popüler bir biçimde açıklar. Her seyden önce
kendikendilerine "anti-otoriter" ünvanını veren, yani her tür
otoriteyi, her tür astlık-üstlük (hiyerarşi) ilişkisini, her tür iktidarı
yadsıyan prudonculardaki düşün karışıklığını alaya alır. Bir fabrikayı, bir
demiryolunu, açık denizdeki bir gemiyi alınız, der Engels; belirli bir
astlık-üstlük ilişkisi, yani belirli bir otorite ya da iktidar olmaksızın,
makinelerin kullanılmasına ve birçok insanın yöntemli olarak [sayfa 83]
işbirliğine dayanan bu karmaşık teknik yapılardan hiçbirinin işlemesine olanak
olmadığı apaçık ortada değil midir?
Ve şöyle yazar:
"... En aşırı anti-otoriterlerin
karşısına bu kanıtlarla çıksam, şu tek yanıtın arkasına sığınırlar: 'Ah! doğru-
ama burada bizim, delegelerimize vereceğimiz bir otorite sözkonusu değildir,
biz onlara yalnızca belirli bir görev veriyoruz...' Bu adamlar, bir şeyin adını
değiştirerek, o şeyin kendisini de değiştirebileceklerini sanıyorlar..."
Engels, otorite ve özerkliğin görece
kavramlar olduklarını; uygulama alanlarının, toplumsal evrimin değişik
evrelerine göre değiştiğini; bu kavramları mutlak şeyler olarak kabul etmenin
saçmalığını gösterdikten; ve bunlara makinelerin kullanıldığı alanın ve büyük
sanayinin gitgide genişlediğini de ekledikten sonra, otorite üzerindeki genel
düşüncelerden devlet sorununa geçer.
"... Eğer özerkçiler, diye yazar,
geleceğin toplumsal örgütlenmesinin, otoriteye ancak o zamanın üretim koşulları
tarafından çizilen sınırlar içinde gözyumacağını söylemekle yetinselerdi,
onlarla anlaşabilirdik; ama onlar otoriteyi zorunlu duruma sokan bütün
gerçeklere gözlerini yumuyorlar ve otorite sözcüğüne karşı çılgınca bir savaşım
yürütüyorlar.
"Anti-otoriterler neden
siyasal otoriteyi, devleti kınamakla yetinmezler? Gelecekteki toplumsal
devrimden sonra, devletin ve, onunla birlikte, siyasal otoritenin ortadan kalkacağını;
yani kamu görevlerinin siyasal niteliklerini yitireceklerini, ve toplum
çıkarlarını gözeten basit yönetsel görevler durumuna dönüşeceklerini kabul
etmek için bütün [sayfa 84] sosyalistler birleşirler. Ama anti-otoriterler,
siyasal devletin, hatta kendisini yaratmış olan toplumsal koşullar ortadan
kalkmadan önce hemen ortadan kalkmasını isterler. Toplumsal devrimin ilk
işinin, otoritenin ortadan kaldırılması olmasını isterler.
"Bu baylar hiç devrim görmüşler
midir yaşamlarında? Devrim her halde, olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim,
nüfusun bir kısmının, tüfek, süngü ve top gibi, söz uygun düşerse, otoriter
araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki kısmına zorla kabul ettirdiği
bir eylemdir. Yenen taraf, egemenliğini silahlarının gericilerde uyandırdığı
korkuyla sürdürmek zorundadır. Eğer Paris Komünü, burjuvaziye karşı,
silahlanmış bir halkın otoritesini kullanmasaydı, bir günden fazla tutunabilir
miydi? Tersine, onu bu otoriteyi çok az kullanmış olmakla kınayamaz mıyız?
Öyleyse, iki şeyden biri: ya anti-otoriterler ne dediklerini kendileri de
bilmiyorlar, bu durumda, karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmıyorlar; ya
da biliyorlar, bu durumda proletarya davasına ihanet ediyorlar. Böylece, bu her
iki durumda da, yalnızca gericiliğin değirmenine su taşıyorlar." (s. 39).
Bu parçada, devletin sönmesi sırasında
siyaset ve iktisat arasındaki ilişkiler sorunuyla birlikte incelenmesi uygun
olan sorunlara değinilmiş bulunuluyor (bu konu, bundan sonraki bölümde
incelenecektir): Kamu görevlerinin, siyasal görevler durumundan yalın yönetsel
görevler durumuna dönüşümü sorunu gibi; "siyasal devlet" sorunu gibi.
Yanlış anlaşılmaya çok elverişli bulunan bu son deyim, aslında devletin sönme
sürecine bir anıştırmadır: bir an gelir ki, sönme yolunda olan devlet artık
siyasal olmayan bir devlet olarak adlandırılabilir. [sayfa 85] Engels'in bu
parçasında bulunan en dikkate değer şey, onun, sorunu anarşistlere karşıkoyuş
biçimidir. Engels'in çömezi olmak isteyen sosyal-demokratlar, 1873'ten buyana,
anarşistlerle milyonlarca kez tartışmışlardır, ama gerçek odur ki, bu işi
marksistlerin yapabileceği ve yapmaları gerektiği gibi yapmamışlardır.
Anarşistlerde, devletin ortadan kalkması düşünü, karışık ve devrimci olmayan
bir durumdadır: İşte Engels sorunu böyle koyuyordu. Açıkçası, anarşistlerin
görmek istemedikleri şey devrimdir; devrimin doğuşu ve gelişmesi, zorla,
otoriteyle ve devlet gücüyle ilgili özgül görevleridir.
Bugünkü sosyal-demokratlar için
anarşizmin eleştirisi, alışıldığı üzere, şu katıksız küçük-burjuva bayağılığına
indirgenir: "Biz devleti kabul ediyoruz, anarşistler etmiyor!"
Kuşkusuz böylesine bir bayağılık, düşüncesi ne kadar kıt, devrimciliği ne kadar
yetersiz olursa olsun, işçilerde bir iğrenme duygusu uyandırmaktan geri kalmaz.
Engels'in dediği başkadır: o, devletin ortadan kalkmasını, bütün
sosyalistlerin, sosyalist devrimin bir sonucu olarak kabul ettiklerini
belirtir. Sonra da somut devrim sorununu, yani sosyal-demokratların, söz uygun
düşerse, "irdeleme" işini yalnızca anarşistlere bırakarak, oportünizm
gereği, alışıldığı üzere bir yana attıkları sorunu koyar. Ve böylece Engels,
boğayı boynuzlarından yakalar: Komün, devletin devrimci iktidarından, yani egemen
sınıf olarak silahlanmış, örgütlenmiş proletaryadan, daha çok yararlanmamalı
mıydı?
Her taşın altından çıkan
resmi,sosyal-demokrasi, ya yalnızca hamkafa sarakası, ya da en iyi olasılıkla,
şu "sonra görürüz" biçimindeki kaçamaklı [sayfa 86] safsatayla,
proletaryanın devrimdeki somut görevleri sorununu genellikle geçiştiriyordu. Ve
anarşistler, bu sosyal-demokrasinin görevini yapmadığını, işçilerin devrimci
eğitimi görevini yapmadığını söylemekte yerden göğe dek haklıydılar. Engels,
proletaryanın, aynı zamanda hem bankalar hem de devletle ilgili olarak yapmak
zorunda olduğu şeyi ve bunu nasıl yapması gerektiğini, en somut bir biçim de
irdelemek için, son proleter devrim deneyinden yararlanmıştır.
3. BEBEL'E MEKTUP
Marks ve Engels'in yapıtlarında
bulduğumuz devletle ilgili en dikkate değer düşüncelerden biri —eğer en dikkate
değeri değilse— Engels'in Bebel'e yazdığı, 18-22 Mart 1878 tarihli mektubun
aşağıdaki parçasındadır. Ayraç içinde belirtelim ki, bizim bildiğimize göre, bu
mektup ilk olarak Bebel'in 1911'de çıkmış olan anılarının (Yaşamımdan Anılar)
II. cildinde yer almıştır, yani yazılıp gönderilmesinden otuzaltı yıl sonra.
Engels, Bebel'e, Gotha program taslağını
eleştirmek için yazıyordu (aynı programı, Bracke'ye yazdığı ünlü mektubunda,
Marks da eleştirdi). Özellikle devlet sorunundan sözederek, Engels, şöyle
diyordu:
"... Özgür halk devleti özgür bir
devlet olmuş. Özgür bir devlet, bu sözlerin dilbilimsel anlamına göre
yurttaşları karşısında özgür bir devlet, yani despotik hükümetli bir devlettir.
Devlet üzerindeki bütün bu gevezelikleri, özellikle, gerçek anlamda artık bir
devlet olmayan Komün'den sonra, bırakmak yerinde olurdu. Her ne kadar daha önce
Marks'ın [sayfa 87] Proudhon'a karşı yazdığı kitap (Felsefenin Selfaleti.-ç)
daha sonra Komünist Manifesto, sosyalist toplumsal rejimin kurulmasıyla,
devletin, kendiliğinden dağılıp (sich auflöst) ortadan kalkacağını açıkça
söylemişlerse de, anarşistler halk devleti'ni yeterince kafamıza kaktılar.
Devlet, proletaryanın, düşmanlarına karşı kuvvete dayanarak baskıyı örgütlemek
için, savaşımda, devrimde kullanmak zorunda bulunduğu geçici bir kurumdan başka
bir şey olmadığına göre, özgür bir halk devletinden sözetmek adamakıllı saçma
bir şeydir: proletarya devrimden sonra da devlete gereksinim duyacaksa, bunu
özgürlük adına değil, düşmanlarını baskı altında tutmak için duyacaktır. Ve,
özgürlükten sözetmenin olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak varolmaktan
çıkar. Bundan dolayı, devlet sözcüğünün yerine, biz her yerde, Fransızca
"komün" sözcüğünü çok iyi karşılayan o nefis eski Almanca sözcüğün,
"ortaklık" (Gemeinwesen) sözcüğünün konmasını önerirdik"
(Almanca aslının 321-322. sayfaları).
Bu mektubun, Marks tarafından bundan
ancak birkaç hafta sonra yazılan bir mektupta (Marks'ın mektubu 5 Mayıs 1875
tarihlidir) eleştirilen parti programını konu edindiği ve o zaman Engels'in
Londra'da Marks'la birlikte yaşadığı gözden kaçırılmamak gerekir. Bundan
dolayı, son tümcede, "biz" diyerek Engels, hiç kuşku yok ki, hem
kendi adına hem de Marks adına, Alman işçi partisi başkanına, devlet sözcüğünü
programdan çıkarma ve onun yerine "ortaklık" sözcüğünü koyma
önerisinde bulunur.
Eğer kendilerine böylesine bir program
değişikliği önerilseydi, oportünistlerin koşutuna girmiş [sayfa 88] modern
"marksizm" önderlerinin, bu "anarşizm"e karşı nasıl
hırladıklarını duyardık!
Varsın hırlasınlar. Bundan dolayı
burjuvazi onlara övgü yağdıracak.
Bize gelince, biz işimizi sürdüreceğiz.
Gerçeğe daha yakın olmak, marksizmi her türlü çarpıtmadan arındırarak yeniden
kurmak, işçi sınıfını kurtarıcı savaşımı içinde daha iyi yönetmek için,
partimizin programını gözden geçirirken, Marks ve Engels'in öğüdünün
Bolşevikler arasında hasım bulmayacağı kesindir. Yalnızca kullanılacak terim
bakımından güçlükle karşılaşılacağını sanıyoruz. Almancada,
"ortaklık" anlamına gelen iki sözcük var; ve Engels, bunlardan
kendibaşına, ayrı bir ortaklığı değil, bir bütünü, bir ortaklıklar sistemini
belirtenini seçiyor. Rusçada bu sözcük yoktur; ve belki de, bazı özürlerine
karşın, Fransızca "komün" sözcüğünü seçmek gerekecektir.
"Komün, artık gerçek anlamda bir
devlet değildi", —Engels'in, teorik bakımdan çok önemli olan kesinlemesi,
işte budur. Kendinden önceki açıklamadan sonra, bu kesinlemede anlaşılmayacak
hiçbir şey yoktur. Komün, artık nüfusun çoğunluğunu değil, bir azınlığı
(sömürücüleri) ezmesi gerektiği ölçüde, devlet olmaktan çıkıyordu; burjuva
devlet makinesini parçalamıştı; özel bir bastırma gücü yerine, sahneye halk
kalabalığının kendisi giriyordu. Bütün bunlar, sözcüğün gerçek anlamında
devlete aykırı şeylerdir. Ve, eğer Komün devam etseydi, Komün içinde varlığını
sürdürmekte olan devlet kalıntıları kendiliklerinden "sönerlerdi";
Komün, kurumlarını "kaldırma" gereksinimini duymazdı: Bu kurumlar,
artık yapacak hiçbir şeyleri kalmadığı ölçüde, işlemez olurlardı. [sayfa 89]
"Anarşistler 'halk devleti'ni
kafamıza kaktılar." Engels, böyle söylerken, özellikle Bakunin'i ve onun
Alman sosyal-demokratlarına karşı saldırılarını kasteder. Engels, "halk
devleti"nin, tıpkı "özgür halk devleti" gibi, bir anlamsızlığı,
sosyalizme bir aykırılığı olması ölçüsünde, bu saldırıların haklılığını kabul
eder.. Alman sosyal-demokratlarının anarşistlere karşı savaşımlarındaki yanlışlıkları
gidermeye, bu savaşımı ilkeleri bakımından doğru bir savaşım durumuna
getirmeye, onu "devlet" üzerindeki oportünist önyargılardan
kurtarmaya çalışır. Ama heyhat! Engels'in mektubu otuzaltı yıl boyunca, bir
çekmecede gizli kalmıştır. Hatta bu mektubun yayınlanmasından sonra bile,
Engels'in o zamanki uyarılarının nedeni olan yanlışlıkları, gerçekte
Kautsky'nin yinelemekte direndiğini daha aşağıda göreceğiz.
Bebel 21 Eylül 1875'te, bir mektupla Engels'e yanıt
verir. Bu mektupta başka şeyler arasında, Engels'in program taslağın üzerindeki
görüşünü "tamamen paylaştığını" ve Liebknecht'i fazla uzlaşıcı
davrandığı için kınamış olduğunu bildirir. (Bebel'in Anıları, Almanca baskı, c.
II, s. 334) Ama, eğer Bebel'in Ereklerimiz adlı broşürüne bakarsak, orada, devlet
üzerine kesin olarak yanlış düşünceler buluruz:
"Bir sınıfın egemenliği üzerine
kurulmuş olan devlet halk devleti durumuna dönüştürülmelidir" (Unsere
Ziele, Almanca baskı, 1886, s. 14).
İşte, Bebel'in broşürünün dokuzuncu
(dokuzuncu!) baskısında yer almış olan şey! Engels'in devrimci uyarıları bir
çekmece içine tıkılıp kaldığına, ve, yaşamın kendisi, zamanla devrim
"alışkanlığını yitirdiğine" göre, Alman sosyal-demokrasisinin, [sayfa
90] devlet üzerine o kadar inatla yinelenen oportünist düşünlerin etkisinde
kalmış olmasında şaşılacak hiçbir şey yoktur.
4. ERFURT
PROGRAM TASARISININ ELEŞTİRİSİ
Marksizmin devlet öğretisi çözümlenirken,
Engels tarafından 29 Haziran 1891'de Kautsky'ye gönderilen —ve Neue Zeit'te
ancak on yıl sonra yayınlanmış bulunan— Erfurt program tasarısı
eleştirisinin[15] sözü edilmeden geçilemez; çünkü bu yazı, özellikle
sosyal-demokrasinin devlet örgütüyle ilgili sorunlardaki oportünist
düşünlerinin eleştirisine ayrılmıştır.
Engels'in modern kapitalizmdeki
dönüşümleri nasıl bir dikkat ve nasıl bir düşünce derinliğiyle izlediğini, ve
böylece, emperyalist çağımızın sorunlarını, belirli bir ölçüde, nasıl
sezebildiğini gösteren, ekonomik sorunlar üzerinde çok değerli bir bilgi
verdiğini de bu arada belirtelim. Bu bilgi şudur: Program tasarısında
kapitalizmi belirlemek için kullanılmış bulunulan "plan yokluğu"
(Planlosigkeit) sözcükleri konusunda, Engels, şöyle yazar:
"Eğer hisse senetli şirketlerden,
koca sanayi kollarını eğemenliği altına alan ve tekelleştiren tröstlere
geçersek, bunun yalnızca özel üretimin değil 'plan yokluğu'nun da sonu olduğunu
görürüz." (Neue Zeit, 20. yıl, 1901-1902, c. I. s. 8).
Burada, modern kapitalizmin, yani
emperyalizmin, teorik değerlendirmesinde varolan en önemli şeyi, yani,
kapitalizmin tekelci kapitalizm durumuna dönüştüğü gözlemini buluyoruz. Bunun
altını çizmek gerekir; çünkü, tekelci kapitalizmin, ya da tekelci devlet
kapitalizminin, artık kapitalizm [sayfa 91] olmadığını, bundan böyle,
"devlet sosyalizmi" olarak nitelendirebileceğini vb. ileri süren
burjuva reformist önermesi, en yaygın yanlış düşünce durumundadır. Elbette ki,
tröstler, ne şimdiye dek tam bir planlama yapmışlardır, ne de yapabilirler.
Bununla birlikte, belirli bir planlamayı da uygularlar; sermaye babaları,
üretim hacmini ulusal, hatta uluslararası ölçekte önceden hesaplar ve bu
üretimi bir plana göre düzenlerler, ama gene de kapitalist rejim içinde
kalırız; gerçi onun yeni bir evresinde, ama yadsınmaz bir biçimde kapitalist
rejim içinde. Bu kapitalizmin sosyalizme "yakın" olduğu gerçeği,
proletaryanın gerçek temsilcileri için, sosyalist devrimin yakınlığı,
kolaylığı, olanak ve ivediliği yararına bir kanıt oluşturmalıdır; yoksa, bütün
reformistlerin yaptığı gibi, hiçbir zaman bu devrimin yadsınmasına ve
kapitalizmin allanıp pullanması girişimlerine gözyummak için kullanılan bir
kanıt değil.
Ama şimdi gene devlet sorununa dönelim.
Engels, burada: 1) Cumhuriyet sorunu üzerine, 2) ulusal sorunla devlet örgütü
arasında varolan ilişki üzerine, 3) yerel yönetsel özerklik üzerine olmak
üzere, son derece değerli üç gösterge veriyor.
Cumhuriyet sorununu, Engels, Erfurt
program tasarısı eleştirisinin ekseni durumuna getirmiştir. Ve, Erfurt
programının, tüm uluslararası sosyal-demokrasi içinde kazandığı önem anımsanır
da, bu programın tüm II. Enternasyonel'e örnek olduğu düşünülürse,
abartmaksızın, Engels'in burada tüm II. Enternasyonal oportünizmini eleştirdiği
söylenebilir.
"Tasarının siyasal istemler
bölümünde büyük bir eksiklik var", diye yazar Engels, "asıl
söylenmesi [sayfa 92] gerekli olan şey söylenmemiş bulunuyor." (altı
Engels tarafından çizilmiştir).
Engels, sonra Alman anayasasının,
uyarınca söylemek gerekirse, 1850 aşırı gerici anayasasının (Prusya
anayasasının -ç.) bir kopyası olduğunu, Reichstag'ın, Wilhelm Liebknecht'in
deyimine göre, "mutlakiyetin (apış arasındaki -ç.) asma yaprağı"ndan
başka bir şey olmadığını ve "çalışma araçlarının ortak mülk durumuna
dönüşümü"nü —küçük devletlerin ve bir küçük Alman devletleri
konfederasyonunun varlığını yasallaştıran bir anayasa temeli üzerinde—
gerçekleştirmek istemenin, "açıkça saçma" bir tutum olduğunu
gösterir.
Almanya'da, cumhuriyet isteminin,
programa yasal olarak yazılamıyacağını çok iyi bilen Engels, "ona (bu
konuya) dokunmak tehlikeli olurdu" diyecekler. Bununla birlikte,
Engels, "herkes"in yetindiği bu apaçık düşünce ile yetinmez. Şöyle
sürdürür:
"Ama ne olursa olsun, olaylar ileri
doğru zorlanmalıdır. Bunun ne kadar gerekli olduğunu, bugün sosyal-demokrat
basının büyük bir bölümünde yayılmaya (enreissende) başlayan oportünizm apaçık
gösterir. Partinin, sosyalistlere karşı yasanın yenilenmesi korkusu içinde, ya da
bu yasa yürürlükteyken mevsimsiz olarak yayılmış bazı düşünleri anımsayarak,
şimdi, bütün istemlerini barışçı yoldan gerçekleştirmek için, Almanya'da
yürürlükteki yasal düzeni yeterli olarak kabul etmesi isteniyor..."
Alman sosyal-demokratlarının olağanüstü
yasanın yenilenmesi korkusuyla hareket etmeleri, Engels'in birinci plana
koyduğu ve duraksamaksızın oportünizm olarak suçladığı, özsel bir olgudur.
Almanya'da ne cumhuriyet ne de özgürlük olduğu [sayfa 93] için,
"barışçı" bir yol düşlemenin, sağduyuya kesinlikle aykırı bir şey
olduğunu söyler. Engels, elini-kolunu bağlamamak için, hayli sakıntılıdır.
Cumhuriyetin, ya da çok büyük özgürlüğün varolduğu (ülkelerde, sosyalizme doğru
barışçı bir evrimin "tasarlanabileceğini" (yalnızca "tasarlamak"!)
kabul eder. Ama Almanya'da, diye yineler,
"... hükümetin gücünün hemen her
şeye yettiği Reichstag ve bütün öteki temsili kurumların gerçek bir güçleri
olmadığı Almanya'da, böyle şeyler ilan etmek ve üstelik bunu bir zorunluluk da
olmadan yapmak mutlakiyetin (apış arasındaki -ç.) asma yaprağını kaldırmak ve
onun çıplaklığını kendi vücuduyla örtmek demektir..."
Mutlakiyetin çıplaklığını örtenler,
aslında, büyük çoğunlukları içinde, bu bilgileri "künk altına" koyan
(saklayan) Alman sosyal-demokrat partisinin resmi önderleridir.
"Böylesine bir siyasa, uzun erimde,
partiyi yanlış bir yola sürüklemekten başka bir sonuç vermez. Genel ve soyut
siyasal sorunlar birinci plana konur, ve böylece, ilk önemli olaylarda, ilk
siyasal bunalımda kendiliğinden gündeme giren en ivedi somut sorunlar saklanır.
Bundan, karar anında partinin fenersiz yakalanması ve önemli noktalar üzerinde,
bu sorunların hiç tartışılmamış olması yüzünden, karışıklık, ve birlik
yokluğunun egemen olmasından başka ne sonuç çıkabilir?...
"Geçici günlük çıkarlar karşısında
büyük temel düşüncelerin bu unutuluşu, bu geçici başarılar peşinde koşma ve
daha sonraki sonuçlarını hesaba katmadan geçici başarılar yöresinde girişilen
bu savaşım, hareketin yarınının bugüne feda edilerek bu yüzüstü bırakılışı,
—bütün bunların belki [sayfa 94] namuslu dürtüleri vardır. Ama bütün bunlar
oportünizmdir ve oportünizm olarak kalır. Oysa, 'namuslu' oportünizm, belki de
bütün oportünizmlerin en tehlikelilsidir...
"Partimizin ve işçi sınıfının,
egemenliğe ancak demokratik bir cumhuriyet biçimi altında ulaşabileceği son
derece açık bir şeydir. Demokratik cumhuriyet, büyük Fransız Devriminin daha
önce göstermiş olduğu gibi, proletarya diktatorasının da özgül
biçimidir..."
Engels burada, Marks'ın bütün yapıtlarını
kırmızı bir çizgi gibi işaretleyen o temel düşünü, yani demokratik cumhuriyetin
proletarya diktatorasına götüren en kısa yol olduğu düşününü özellikle belirgin
bir duruma koyarak, yeniden ele alır. Çünkü böyle bir cumhuriyet, sermaye
egemenliğini, dolayısıyla yığınların ezilmesini ve sınıflar savaşımını hiçbir
zaman ortadan kaldırmadığı halde, kaçınılmaz bir biçimde, savaşımın
genişlemesine, gelişmesine, depreşmesine, kızışmasına götürür; öyle ki, ezilen
yığınların canalıcı çıkarlarını karşılama olanağı bir kez ortaya çıktıktan
sonra, bu olanak, aneak ve yalnızca proletarya diktatorasında, bu yığınların
proletarya tarafından yönetiminde gerçekleşir. Tüm II. Enternasyonal için,
bunlar da marksizmin "unutulmuş sözleri"dir; ve bu unutuş Menşevik
partisi tarihinde, 1917 Rus devriminin (Şubat Devrimi -ç.) ilk altı ayı
sırasında çok belirgin bir biçimde ortaya çıkmış bulunuyor.
Federatif cumhuriyeti, nüfusun ulusal
bileşimiyle ilişkili olarak ele alan Engels, şöyle yazar:
"Neyi gerçekleştirmek gerekir
bugünkü Almanya'da (gerici kralcı anayasası ve Almanya'nın küçük devletler
biçiminde, daha az gerici olmayan, [sayfa 95] 'prusyacılık' özelliklerini bir
bütün oluşturan bir Almanya içinde eritecek yerde, devam ettiren bölünmesiyle birlikte)?
Bana kalırsa, proletarya, bir ve bölünmez cumhuriyetten başka bir biçimden
yararlanamaz. Birleşik Devletlerin engin toprakları üzerinde, federatif
cumhuriyet, bundan böyle doğuda bir engel olmaya başlamasına karşın, bugün de,
tümü bakımından, bir zorunluluktur. Federatif cumhuriyet, iki ada üzerinde dört
ulusun yaşadığı, ve tek parlamentoya karşın, bugün bile yanyana üç farklı
mevzuatın varolduğu İngiltere'de bir ilerleme oluşturabilir. Küçük İsviçre'de,
bu ülke yalnızca Avrupa devletler sistemi içinde salt pasif bir üye olmakla
yetindiği için, federatif cumhuriyet uzun zamandan beri gözyumulması olanaklı
bir engel oluşturuyor. İsviçre türü bir federatif örgütlenme, Almanya için
büyük bir gerileme oluşturabilir. Federal bir devleti merkeziyetçi bir
devletten iki nokta ayırdeder: önce, her federe devletin, her kanton'un, kendi
öz yurttaşlık ve ceza yasalarına kendi öz tüzel (adli) örgütüne sahip olması;
sonra da, halk meclisinin yanısıra, büyük ya da küçük her kanton'un kanton
olarak oy verdiği bir federe devletler temsilcileri meclisinin varlığı."
Federal devlet Almanya'da tamamen merkeziyetçi bir devlete geçişi oluşturur; ve
1866 ve 1870'te yapılmış olan " yukardan aşağı devrimi" geriletmek
değil, tersine, onu "aşağıdan yukarı bir hareket"le tamamlamak
gerekir.
Engels, devlet biçimleriyle ilgilenmeyi
yararsız bulmak şöyle dursun, tersine, üzerinde durulan geçici biçimin hareket
ve varış noktalarını, her belirli durum içinde, bu durumun tarihsel ve somut
özelliklerine göre belirlemek için, geçici biçimleri [sayfa 96] büyük bir
özenle çözümlemeye çalışır.
Engels de, tıpkı Marks gibi, proletarya
ve proleter devrim açısından, demokratik merkeziyetçiliği, bir ve bölünmez
cumhuriyeti savunur. Federatif cumhuriyeti, ya bir istisna ve gelişmeye bir
engel olarak, ya da monarşiden merkezileştirilmiş cumhuriyete bir geçiş olarak,
ama bazı koşullarda bir "ilerleme" olarak düşünür. Ve bu özel
koşullar arasında, ulusal soruna ilk planda yer verir.
Marks'ta olduğu gibi Engels'te de, her
ikisi de küçük devletlerin gerici niteliğini ve bazı somut durumlarda bu gerici
niteliği gizlemek için ulusal sorundan yararlanılmasını amansızca eleştirmiş
olmalarına karşın, yapıtlarının hiçbir yerinde, bir istek belirtisi halinde de
olsa, ulusal sorunun öneminin küçümsendiği, geçiştirildiği görülmez; oysa
Hollandalı ve Polonyalı marksistler, "kendi" küçük devletlerinin dar
burjuva milliyetçiliğine karşı son derece haklı savaşımdan hareketle, çoğu kez
ulusal sorunun önemini küçümseme, onu geçiştirme hatasını işliyorlar.
Hatta, coğrafi koşulların, dil birliğinin
ve yüzlerce yıllık tarihin, ülkenin küçük parçalara bölünmesiyle ilgili olarak
ulusal soruna "son vermesi" gerekir gibi görünen İngitere'de bile,
Engels, ulusal sorunun henüz bir sonuca bağlanmamış olması açık gerçeğini
hesaba katar; ve bu yüzden, federal cumhuriyeti bir "ilerleme" olarak
düşünür. Kuşkusuz, bunda ne federal cumhuriyetin kusurlarını eleştirmekten, ne
de birliği, demokratik ve merkeziyetçi cumhuriyet yararına propaganda ve kararlı
savaşımdan bir vazgeçme belirtisi vardır.
Ama bu demokratik merkeziyetçiliği,
Engels, hiçbir zaman, burjuva ve aralarında anarşistlerin [sayfa 97] de
bulunduğu küçük-burjuva ideologların ona verdikleri bürokratik anlamda anlamaz.
Engels bakımından, merkeziyetçilik, "komünler" ve bölgelerin devlet
birliğini tamamen kendi istekleriyle savunmaları koşuluyla, her tür bürokratizm
ve her tür yukardan "buyurma"yı söz götürmez biçimde ortadan kaldıran
geniş bir yerel yönetsel özerkliliği hiç mi hiç dıştalamaz.
Devlet üzerine, marksist bir programın
temelinde bulunması gereken görüşlerini geliştirerek, "... O halde,
merkezci cumhuriyet" diye yazar Engels. "Ama, 1798'de kurulmuş,
imparatorsuz imparatorluktan başka bir şey olmayan bugünkü Fransız cumhuriyeti
anlamında değil. 1792'den 1798'e dek, her Fransız ili, her komün (Gemeinde),
Amerikan örneğine göre, tam yönetsel özerkliliğine sahipti. Bizim de tıpatıp
sahip olmamız gereken şey, budur. Bu özerkliliğin nasıl örgütleneceğini ve
bürokrasiden nasıl vazgeçilebileceğini, Amerika ve birinci Fransız cumhuriyeti
bize göstermiş bulunuyor; ve bugün de, Avustralya, Kanada ve öteki İngiliz
sömürgeleri bize aynı şeyi gösterir. Böylesine bir bölgesel ve komünal
özerklilik, örneğin Kanton'un Bund (yani konfederal devletin tümü -L.)
karşısında, ama aynı zamanda il (Bezirk) ve komün karşısında da, gerçekten çok
bağımsız bulunduğu İsviçre federalizminden çok daha fazla özgürlük kaldırır.
Kantonal hükümetler, illerin genel yöneticilerini (Bezirksstatthalter) ve
valilerini atarlar; bu yöntem İngilizce konuşulan ülkelerde hiç bilinmez, ve
biz de, gelecekte, Prusyalı Landrate ve Regierungsräte'lerden (komiserler,
yönetim çevresinin polis şefleri, yöneticiler ve genel olarak yukarıdan atanan
memurlar -L.) kurtulmakta ne kadar kararlıysak, [sayfa 98] bu yöntemden
kurtulmakta da o kadar kararlı olmalıyız." Bundan dolayı, Engels,
programın özerklilikle ilgili maddesinin şöyle formüle edilmesini önerir:
"il, ilçe ve bucaklarda genel oyla seçilmiş memurlar aracıyla, tam özerk yönetim.
Devlet tarafından atanmış bütün, yerel ve bölgesel otoritelerin ortadan
kaldırılması."
Kerenski ve öteki "sosyalist"
bakanlar hükümeti tarafından yasaklanan Pravda'da[16] (28 Mayıs 1917 tarihli
68. sayısında), bizim sözde devrimci bir sözde demokrasinin sözde sosyalist
temsilcilerinin bu noktada —tabii yalnızca bu noktada değil, nerde o günler—
demokratizm'den göze batar bir biçimde ayrıldıklarını göstermek fırsatını daha
önce bulmuştum. "Koalisyon"larıyla emperyalist burjuvaziye bağlanmış
bulunan adamların, bu söylenenlere sağır kalmalarında anlaşılmayacak bir şey
yoktur.
Engels'in özellikle küçük-burjuva
demokratları arasında çok yaygın bulunan bir önyargıyı, olaylara dayanarak,
yetkin bir belginlikle çürüttüğünü belirtmek büyük bir önem taşır. Bu önyargıya
göre, federatif bir cumhuriyet, merkezi bir cumhuriyetten daha çok özgürlük
içerir. Bu, yanlıştır. Engels tarafından sözkonusu edilen, 1792-1798 merkezi
Fransız cumhuriyeti ve federatif İsviçre cumhuriyeti ile ilgili olgular, bu
savı çürütür. Gerçekten de demokratik merkezi cumhuriyet, federatif
cumhuriyetten daha çok özgürlük saklıyordu. Başka bir deyişle, tarihin gördüğü
azami yerel, bölgesel vb. özgürlükler, federatif cumhuriyet tarafından değil,
merkezi cumhuriyet tarafından sağlanmıştır.
Partimiz, tüm federatif ve merkezi
cumhuriyet [sayfa 99] sorunuyla yerel, yönetsel özerklilik sorununa olduğu
gibi, bu olguya da, propaganda ve ajitasyonunda yeterince dikkat göstermemiş ve
gene de göstermemektedir.
5. MARKS'IN
İÇ SAVAŞ'ININ 1891 ÖNSÖZÜ
Engels, Fransa'da İç Savaş'ın üçüncü
baskısına yazdığı önsözde —18 Mart 1891 tarihini taşıyan ve ilk kez olarak Neue
Zeit'ta basılan önsöz[17] —, devlet karşısındaki tutum üzerine çok yararlı bazı
düşüncelerin yanısıra, Komün'den çıkan dersleri dikkate değer bir belirginlikle
özetler. Yazarını Komün'den ayıran yirmi yıllık dönemin tüm deneyi ile
zenginleşmiş bulunan bu özet, özellikle Almanya'da çok yaygın olan
"devlete duyulan boş inan"a karşı yöneltilmiştir ve haklı olarak bu
sorun üzerinde marksizmin son sözü gibi kabul edilebilir.
Fransa'da, her devrimden sonra, işçiler
silahlanmışlardır, diye belirtir Engels; "öyleyse, iktidarda bulunan
burjuvalar için, işçilerin silahsızlandırılması ilk görevdi. Bundan ötürü,
işçilerin kanı pahasına başarılan her devrimden sonra, işçilerin yenilgisiyle
biten yeni bir savaş patlar"...
Burjuva devrimler deneyinin bilançosu,
anlamlı olduğu kadar özlüdür de. Sorunun temeli —devlet sorununda da olduğu
gibi (ezilen sınıfın elinde silah var mı?)— yetkin bir biçimde kavranmıştır.
Küçük-burjuva demokratları gibi, burjuva ideolojisi etkisinde kalan profesörler
de, çoğunlukla, bu temel üzerinde hiç söz etmezler. 1917 Rus devriminde (Şubat
Devrimi -ç.), burjuva devrimlerin bu gizemini arada bir açıklama övüncesi (bir
Cavaignac övüncesi), "Kendisi de marksist" olan, [sayfa 100]
"menşevik" Çereteli'ye düştü. Çereteli, 11 Haziran'daki
"tarihsel" söylevinde, burjuvazinin Petrograd işçilerini
silahsızlandırmaya kararlı olduğunu açıklama sakıntısızlığında bulundu; bu kararı,
açıkça, aynı zamanda kendi kararı olarak ve daha genel biçimde, bir
"devlet" zorunluluğu olarak sunuyordu!
Çereteli tarafından 11 Haziran'da verilen
tarihsel söylev, 1917 devriminin bütün tarihçileri için, kuşkusuz, Çereteli
efendi tarafından yönetilen Devrimci-Sosyalistler ve Menşevikler blokunun,
devrimci proletaryaya karşı, nasıl burjuvaziden yana çıktığını en iyi gösteren
örneklerden biri olacaktır.
Engels'in, gene devlet sorununa bağlı bir
başka düşüncesi de, dinle ilgilidir. Alman sosyal-demokrasisinin, kangren
yayılıp gitgide daha çok oportünistleştikçe, kendini ünlü, "din özel bir
sorundur" formülünün yanlış ve burjuvaca bir yorumuna gitgide daha fazla
kaptırdığı bilinir. Bilindiği gibi, bu formül, din sanki devrimci proletaryanın
partisi içinde de özel bir sorunmuş gibi yorumlanıyordu!! Engels, proletaryanın
devrimci programına bu kesin ihanete karşı isyan etti. 1891'de, partisi içinde
ancak çok güçsüz oportünizm tohumları gözlemleyebilen Engels, düşüncelerini
aşırı bir sakıncayla açıklıyordu:
"Komün'de hemen hemen salt işçiler,
ya da işçilerin ünlü temsilcileri yer alıyorlardı; bu yüzden, alınan kararlar
açıkça proleter bir nitelik taşıyordu. Komün, ya devlete göre dinin özel bir
sorundan başka bir şey olmadığı ilkesinin gerçekleşmesi gibi, cumhuriyetçi
burjuvazinin düpedüz korkaklıktan savsakladığı, ama işçi sınıfının özgür eylemi
[sayfa 101] için zorunlu bir temel oluşturan reformları kararlaştırıyor; ya da
doğrudan doğruya işçi yararına alınmış, bir yandan da, eski toplumsal düzende
derin çatlaklar açan kararları resmen yayınlıyordu..."
Engels, "devlete göre"
sözcüklerinin altını özellikle çizmiştir; böyle yapmakla, dinin partiye göre
özel sorun olduğunu bildiren ve böylece devrimci proletaryanın partisini,
hiçbir din olmamasını kabul etmek isteyen, ama partinin: halkı alıklaştıran din
afyonu ile savaşma görevinden elçeken en bayağı küçük-burjuva "özgür
düşünür"ü düzeyine düşüren Alman oportünizmine doğrudan bir vuruş
indiriyordu.
Bu partinin 1914'teki utanç verici
batkısının nedenlerini araştıran Alman sosyal-demokrasisinin gelecekteki
tarihçisi, bu sorun üzerine, bu partinin ideolojik önderi Kautsky'nin
yazılarındaki, oportünizme kapıyı ardına dek açan kaçamaklı bildirimlerinden,
partinin 1913'te Los-von-Kirche Bewegung (Kiliseden ayrılma hareketi)
karşısındaki tutumuna dek, yüklü ve ilginç belgeler bulacaktır.
Ama şimdi, Komün'den yirmi yıl sonra,
savaşım içindeki proletaryaya Komün'ün sağladığı dersleri, Engels'in nasıl
özetlediğini görelim.
İşte ilk plana koydukları:
"...Önceki merkezi hükümetin
bastırıcı gücüne, Napoleon tarafından 1798'de kurulmuş, ondan sonra da, gönül
borcu ile, her yeni hükümet tarafından yeniden ele alınıp karşıtlarına karşı
kullanılmış bulunan ordu, siyasi polis ve bürokrasiye gelince, Paris'te alaşağı
edilmiş bulunduğu gibi, her yerde alaşağı edilmesi gereken şey, işte bu gücün
ta kendisiydi. [sayfa 102]
"Komün, işçi sınıfının bir kez
iktidara geçtikten sonra, eski devlet makinesi ile yönetmeyi sürdüremiyeceğini
hemen kabul etmek zorunda kaldı; daha yeni elde etmiş bulunduğu kendi öz
egemenliğini yeniden yitirmemek için, bu işçi sınıfı, bir yandan, o zamana dek
kendisine karşı kullanılmış bulunan eski baskı makinesini yok etmek, ama, öte
yandan, kendi öz vekil ve memurlarına karşı da, onların her zaman ve istisnasız
geri alınabilir olduklarını açıklayarak, önlem almak zorundaydı..."
Engels, gene ve hep belirtir ki, yalnız
monarşi rejiminde değil, demokratik cumhuriyette de devlet, devlet, olarak,
kalır; yani, memurları "toplumun hizmetkarları" durumundan toplumun
efendileri durumuna dönüştürmek olan başlıca ayırdedici niteliğini korur.
"... Başlangıçta toplumun
hizmetkarları olan devlet ve devlet örgenliklerinin toplumun efendileri
durumuna, önceki tüm rejimlerde kaçınılmaz olan bu dönüşümünü önlemek için,
Komün iki sağlam araç kullandı. ilk olarak, bütün yönetsel, tüzel ve eğitsel
işlerde görevlendirilecek kimselerin, bu işlerle ilgili herkesin oy verdiği
seçimlerle seçilmesi ve tabii bütün görevlilerin, aynı ilgililerce her an geri
alınabilmesi yöntemini kabul etti. Ve ikinci olarak, en aşağısından en
yükseğine, bütün görevler için, ancak işçilerin aldığı kadar bir para ödedi.
Ödediği en yüksek görevli ücreti 6000 franktı. [41*] Böylece, üstelik temsili
kurullar delegelerinin [sayfa 103] emredici vekaletleri [42*] bir yana, makam
ve ikbal avcılığına bir son verillyordu..."
Engels, burada tutarlı demokrasinin bir
yandan sosyalizme dönüştüğü, öte yandan da sosyalizmi gerektirdiği o ilginç
sınıra varıyor. Gerçekten, devletin ortadan kalkması için, devlet hizmetlerinin
büyük çoğunluk tarafından, giderek tüm halk tarafından yapılabilecek kadar
basit kayıt-kuyut ve denetim işlemlerine dönüşmesi gerekir. Ve, ikbal
avcılığının tamamen ortadan kalkması ise, devlet hizmetindeki "onursal!'
görevlerin, en özgür kapitalist ülkelerde bile sık sık olduğu gibi, banka ve
anonim şirketlerdeki yüksek kazançlı mevkilere erişmek için basamak hizmeti
görmekten çıkmasına bağlıdır.
Ama Engels, örneğin, ulusların kendi
yazgılarını kendileri belirleme hakkı konusunda bazı marksistlerin düştükleri
yanılgıya düşmez. Bazı marksistler, bu hak kapitalist rejimde gerçekleşmesi
olanaksız bir haktır, sosyalist rejimdeyse gereksiz bir duruma gelir, derler.
Görünüşte akıllıca, ama aslında yanlış olan bu düşünce, bütün demokratik
kurumlara, bu arada memurların mütevazi maaşına uygulanabilir; çünkü sıkısıkıya
tutarlı bir demokratizm, kapitalist rejimde gerçekleşmesi olanaksız bir şeydir;
sosyalist rejimdeyse, tüm demokrasi sönerek son bulacaktır.
Bu safsata, şu eski şakaya benzer:
Saçından bir kıl dökülürse, insan dazlak olur mu?
Demokrasiyi sonuna dek geliştirmek, bu
gelişmenin biçimlerini araştırmak, bu biçimleri pratiğin [sayfa 104] deneyinden
geçirmek vb.: toplumsal devrim savaşımının en önemli görevlerinden biri de
budur. Tek başına alındığı zaman, hangisi olursa olsun, hiçbir demokratizm
sosyalizmi sağlamaz; ama gerçek yaşamda, demokratizm hiçbir zaman "tek
başına" değil, "tümün içinde" alınacaktır; demokratizm bir
yandan ekonomik gelişmenin etkisine uğrayacak, ama bir yandan da, dönüşümün
uyardığı ekonomi üzerinde etkide bulunacaktır vb.. Yaşayan tarihin diyalektiği
böyledir.
Engels, devam eder:
"...Şimdiye dek olan biçimiyle
devlet gücünün bu parçalanması (Sprengung) ve yerini, yeni, gerçekten
demokratik bir iktidara bırakması, İç Savaş'ın üçüncü bölümünde ayrıntılı bir
biçimde betimlenmiştir. Ama orada anlatılan şeylerden birkaçı üzerinde burada
kısaca durmak zorunluydu; çünkü, Almanya'da devlet boş inanı felsefeden ortak
bilince, burjuvazinin, hatta birçok işçinin ortak bilincine geçmiş bulunuyor.
Filozofların kafasında devlet, "düşünün gerçekleşmesi" ya da Tanrının
dünya üzerindeki egemenliğinin felsefe diline aktarılmış biçimidir; sonsuz
doğruluk ve adaletin gerçekleştiği, ya da gerçekleşmesi gereken alandır.
Devlete ve devlete ilişkin her şeye karşı
duyulan, ve beşikten beri, tüm toplumun bütün işleri ve bütün ortak
çıkarlarının, şimdiye dek olduğundan, yani devlet ve onun gereğince yerleşmiş
otoriteleri tarafından çekilip çevrildiklerinden başka türlü çekilip
çevrilemeyeceklerini düşünmeye alışıldığı ölçüde kolay yerleşen o boş inana
dayalı saygı da işte buradan gelir. Ve soydan geçme krallıka beslenen güvenden
kurtulup da, artık demokratik cumhuriyet üzerine ant içmekten aşağısı
kurtarmadığı [sayfa 105] zaman, çok gözüpek bir adım atıldığı sanılır. Ama,
gerçeklikte, devlet bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmasına
yarayan bir makineden başka bir şey değildir; ve bu, krallıkta ne kadar
böyleyse, demokratik cumhuriyette de o kadar böyledir; bu konuda söylenebilecek
en hafif şey, devletin sınıf egemenliği savaşımında yenen proletarya tarafından
devralınmış ve tıpkı Komün gibi, yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde
yetişmiş bir kuşak, tüm bu devlet hurdasından kurtulacak duruma gelinceye dek,
en zararlı yönlerini hemen ve en yüksek derecede budamaktan kendini alamayacağı
bir kötülük olduğudur."
Engels, krallığın yerine cumhuriyeti
geçirecekleri sırada, genel olarak devlet sorununda sosyalizmin ilkelerini
unutmamaları için Almanları uyarır. Engels'in uyarmaları, bugün, doğrudan
doğruya, "koalisyon" uygulamalarında devlete ilişkin boş inanlarını,
devlete karşı boş inana dayalı saygılarını açığa vuran çereteli ve çernov
efendilere yönelmiş bir ders gibi görünmektedir.
İki gözlem daha: 1) Engels, tıpkı bir
krallıkta olduğu "kadar", demokratik bir cumhuriyette de, devletin
"bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmasına yarayan bir
makine"den başka bir şey olmadığını söylerken, bu sözleriyle hiçbir zaman,
bazı anarşistlerin "tedris ettikleri" gibi, baskı biçiminin şöyle ya
da böyle olmasının proletarya bakımından önem taşımadığını anlatmak istemez.
Sınıf savaşımının ve sınıfları baskı altında tutmanın daha geniş, daha özgür,
daha açık bir biçimi, proletaryanın genel olarak sınıfların ortadan kalkması
için yürüttüğü savaşımı büyük ölçüde kolaylaştırır. [sayfa 106]
2) Neden bütün bu devlet hurdasından
yalnız yeni bir kuşak kurtulabilecektir? Bu sorun, şimdi sözünü edeceğimiz
demokrasinin aşılması sorununa bağlanır.
6. ENGELS VE
DEMOKRASİNİN AŞILMASI
Engels, "sosyal-demokrat"
adlandırmasının bilimsel yanlışlığını gösterirken, bu nokta üzerindeki
düşüncesini açıklamıştır.
1870 yıllarında, en başta
"uluslararası" konulara olmak üzere, çeşitli konulara ayrılmış
yazılarından meydana gelen derlemenin (Internationales aus dem Volksstaat),
[43] 3 Ocak 1894 tarihli önsözünde, yani ölümünden bir buçuk yıl önce, Engels,
yazılarında "sosyal-demokrat" değil, "komünist" sözcüğünü
kullandığını, çünkü bu dönemde, Fransa'da prudoncuların, Almanya'da
lasalcıların kendilerine sosyal-demokrat dediklerini yazar.
Ve şöyle sürdürür:
"... Marks için de, benim için de,
kendi öz görüşümüzü dile getirmek için bu kadar esnek bir deyimi kullanmakta
kesin bir olanaksızlık vardı. Bugün durum değişmiştir; ve bu sözcük
("sosyal demokrat"), gene de elverişsiz (unpassend) kalmasına karşın,
ekonomik programı yalnızca genel olarak sosyalist değil, açıkça komünist olan
bir parti için, son siyasal ereği tüm devletin, dolayısıyla demokrasinin
ortadan kaldırılması olan bir parti için, gerektiğinde pekâlâ kullanılabilir
(mag passieren). Ayrıca, gerçek (altı Engels tarafından çizilmiştir) siyasal partilerin
adları hiçbir zaman [sayfa 107] kendilerine tam olarak uymaz; parti gelişir,
adı olduğu gibi kalır."
Diyalektikçi Engels, yaşamının son
günlerinde de, diyalektiğe bağlı kalır. Marks ve ben, der, parti için kusursuz,
bilimsel bakımdan doğru bir ada sahiptik, ama o zamanlar gerçek proleter
partisi, yani proleter yığın partisi yoktu. Şimdi (19. Yüzyılın sonu), gerçek
bir parti var, ama adı bilimsel bakımdan doğru değil. Ne çıkar; bu ad
"kullanılabilir"; yeter ki parti gelişsin; yeter ki, adının bilimsel
bakımdan doğru olmadığı aklından çıkmasın ve onu doğru yönde gelişmekten
alıkoymasın!
Belki şaka yapmayı seven biri, biz
Bolşevikleri de, Engels gibi avutmaya kalkabilir: Gerçek bir partiye sahibiz;
hayran olunacak biçimde gelişiyor; öyleyse, şu saçma ve barbar
"bolşevik" sözcüğü 1903 Brüksel - Londra kongresinde çoğunluğu
kazanmış olmamız gibi tamamen rastlantısal bir olgudan başka bir şey
anlatmamasına karşın, pekâlâ "kullanılabilir"... Cumhuriyetçiler ve
"devrimci" küçük-burjuva demokrasisi tarafından Temmuz-Ağustos
1917'de partimize yapılan kıyıcılıkların "bolşevik" sözcüğünü halkın
gözünde o kadar onurlu bir duruma getirdiği şu anda; bu kıyıcılıkların, ayrıca,
partimiz tarafından gerçek gelişmesi içinde başarılan engin tarihsel ilerlemenin
bir belirtisi olduğu şu anda, belki ben bile, Nisan'da yapmış olduğum öneriyi,
partimizin adını değiştirme önerisini, ileri sürmeye çekinebilirim. Belki,
arkadaşlara bir "kompromi" (uzlaşma) önerebilirim:
"Bolşevikler" sözcüğünü ayraç içinde koruyarak, partimize Komünist
Parti adını vermek biçiminde bir kompromi.
Ama partinin adlandırılma sorunu devrimci
[sayfa 108] proletaryanın devlet karşısındaki tutumu sorununun yanında son
derece önemsiz kalır.
Devlet üzerindeki alışılmış düşüncelerde,
Engels'in burada sözü edilen önsözünde dikkati çektiği ve yukarıda değinmiş
bulunduğumuz yanılgıya gerçekten sık sık düşülüyor; devletin ortadan
kalkmasının, demokrasinin de ortadan kalkması olduğu; devletin sönmesinin,
demokrasinin de sönmesi demek olduğu sık sık unutuluyor.
Böyle bir sav, ilk bakışta çok tuhaf ve
anlaşılmaz görünür; belki de azınlığın çoğunluğa boyuneğmesi ilkesine
uyulmadığı bir toplumsal düzenin kurulmasını istediğimize inananlar çıkacaktır;
çünkü, eninde sonunda, demokrasi bu ilkenin kabulü demek değil midir?
Hayır. Demokrasi ile azınlığın çoğunluğa
boyuneğmesi özdeş şeyler değildir. Demokrasi, azınlığın çoğunluğa boyuneğmesini
kabul eden, tanıyan bir devlettir; başka bir deyişle, demokrasi, bir sınıf
tarafından bir başka sınıfa, nüfusun bir bölümü tarafından nüfusun bir başka
bölümüne karşı, sistemli zor uygulamasını sağlamaya yarayan bir örgüttür.
Biz, devletin, yani tüm örgütlenmiş ve
sistemli zorun, genel olarak insanlar üzerinde uygulanan her tür zorun ortadan
kalkmasını son erek olarak alıyoruz. Biz, azınlığın çoğunluğa boyuneğmesi
ilkesine uyulmayacağı bir toplumsal düzenin çıkagelmesini beklemiyoruz. Ama
biz, sosyalizmi yürekten dileyerek inanıyoruz ki, sosyalizm, evrimi içinde
komünizme varacak, ve sonuç olarak, insanlara karşı zora başvurma zorunluluğu,
bir insanın bir başka insana, nüfusun bir bölümünün nüfusun öteki bölümüne
boyuneğme zorunluluğu [sayfa 109] büsbütün oltadan kalkacaktır; çünkü insanlar,
zor ve boyuneğme olmaksızın, toplum halinde yaşamanın yalın koşullarına uymaya
alışacaklardır.
Engels, işte bu alışma öğesinin altını
çizmek için, "yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş", ve
demokratik cumhuriyetinki de içinde, her türlü devletten, "bütün bu devlet
hurdasından kurtulacak durumda" olacak bir yeni kuşak'tan sözeder.
Bu noktayı aydınlatmak için, devletin
sönmesinin ekonomik temellerini çözümlemek gerekir. [sayfa 110]
BÖLÜM V
DEVLETİN
SÖNMESİNİN EKONOMİK
TEMELLERİ
Bu sorunun en derinleştirilmiş
irdelemesi, Marks'in Gotha Programının Eleştirisi'nde yapmış olduğu irdelemedir
(Bracke'ye, 5 Mayıs 1875 tarihli mektup, ancak 1891'de Neue Zeit IX, I'de
basılmış ve bir Rusça çevirisi de yayınlanmıştır). Bu ilginç yapıtın,
lasalcılığın bir eleştirisini oluşturan polemik yönü, yapıtın olumlu yönünü,
yani, komünizmin gelişmesi ile devletin sönmesi arasındaki karşılıklı ilişkinin
çözümlenmesini, deyim yerindeyse, gölgede bırakmıştır.
1. MARKS
SORUNU NASIL KOYAR
Marks'ın Bracke'ye yazdığı 5 Mayıs 1875
tarihli mektup ile Engels'in Bebel'e yazdığı, yukarıda incelenmiş bulunan 28
Mart 1878 tarihli mektup kabaca karşılaştırılırsa, Marks'ın Engels'ten daha
"devletçi", ve bu iki yazarın devlet üzerindeki düşünceleri
arasındaki ayrımın çok belirgin olduğu sanılabilir. [sayfa 111]
Engels, Bebel'i, devlet üzerindeki bütün
gevezeliği kesmeye, programdan devlet sözcüğünün büsbütün atılıp, yerine
"ortaklık" sözcüğünün konmasına çağırır; Komün'ün artık gerçek
anlamda bir devlet olmadığını bildirmeye dek gider. Buna karşılık, Marks da,
"komünist toplumun gelecekteki devleti"nden sözetmeye dek gider, yani
komünist rejimde bile devletin zorunluluğunu kabul etmişe benzer.
Ama bu görüş biçimi adamakıllı yanlış
olacaktır. Daha dikkatli bir inceleme, Marks ve Engels'in devlet ve devletin
sönmesi üzerindeki düşüncelerinin adamakıllı uyumlulaştığını ve Marks'tan
aktarılan deyimin, salt sönme yolundaki devlete uygun düştüğünü gösterir.
Zorunlu olarak uzun süreli bir süreç
oluşturacağı için, bu gelecekteki "sönme" zamanını elifi elifine
belirlemenin sözkonusu olamayacağı açıktır. Marks ve Engels arasında göze
çarpan ayrım, işledikleri konular ve izledikleri erekler arasındaki ayrımla
açıklanabilir. Engels'in niyeti, devlet üzerindeki (Lasalle tarafından önemli
ölçüde paylaşılmış olan) yaygın önyargıların tüm saçmalığını ana çizgileriyle,
çarpıcı, keskin bir biçimde Bebel'e göstermekti. Marks ise bu soruna ancak
şöyle bir değinip geçiyordu; çünkü onun dikkatini bir başka konu çekiyordu:
komünist toplumun evrimi.
Marks'ın tüm teorisi, evrim teorisinin,
en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle, çağdaş kapitalizme
uygulanmasıdır. Öyleyse, Marks'ın, bu teoriyi kapitalizmin yakın batkısına
olduğu gibi, gelecekteki komünizmin gelecekteki evrimine de uygulama sorununu
düşünme zorunda kalmasında anlaşılamayacak bir şey yoktur. [sayfa 112]
Gelecekteki komünizmin gelecekteki evrimi
sorunu, hangi verilere dayanarak konulabilir?
Komünizmin kapitalizmden doğduğu,
tarihsel olarak kapitalizmden itibaren geliştiği, kapitalizm tarafından
oluşturulan bir toplumsal gücün etkisinden sonuçlandığı olgusuna dayanarak.
Marks'ta bir ütopyalar türetme, bilinemeyecek bir şey üzerine boş şeyler
tasarlama girişiminin izi bile bulunmaz. Marks, komünizm sorununu, bir doğa
bilimcinin, örneğin kökeni ve değişikliklerinin yönü bilinen yeni bir biyolojik
türün evrim sorununu koyacağı gibi koyar.
Her şeyden önce, Marks, devlet ve toplum
arasındaki ilişkiler sorununda Gotha programı tarafından getirilen karışıklığı
ortadan kaldırır.
Marks, şöyle yazar:
"... 'güncel toplum', ortaçağ
öğelerinden az çok arınmış her ülkenin özel tarihsel evrimi tarafından az çok
değişikliğe uğratılmış, az çok gelişmiş, bütün uygar ülkelerde varolan
kapitalist toplumdur. 'Güncel devlet' ise, tersine, sınır ile birlikte değişir.
Prusya-Alman İmparatorluğunda İsviçre'dekinden başkadır, İngiltere'de
Birleşik-Devletler'dekinden başka. Öyleyse 'güncel devlet' bir yapıntıdır.
"Bununla birlikte, biçimlerindeki
büyük çeşitliliğe karşın, çeşitli uygar ülkelerdeki çeşitli devletlerin
hepsinde ortak olan şey şudur ki, hepsi de, kapitalist açıdan az çok gelişmiş
bulunan modern-burjuva toplum temeline dayanırlar. Bundan ötürü, bazı özsel
nitelikler, hepsinde ortaktır. Bu anlamda, bugün kendisine kök hizmeti gören
burjuva toplumunun varolmaktan çıkacağı gelecek ile karşıtlık [sayfa 113]
içinde, türsel bir deyim olarak, "güncel devlet"ten sözedilebilir.
"Öyleyse, ortaya şu sorun çıkıyor. Komünist bir toplumda, devlet
nasıl bir dönüşüme uğrayacak? başka bir deyişle: bu toplumda, devletin güncel
görevlerine benzer hangi görevler kalacak? Bu sorunu yalnızca bilim
yanıtlayabilir; ve sorun, halk sözcüğünü devlet sözcüğü ile bin türlü
birleştirerek, bir parmak bile ilerletilemeyecektir."[18]
"Halk devleti" üzerindeki bütün
gevezelikleri böylece alaya aldıktan sonra, Marks, sorunun nasıl konması
gerektiğini gösterir; ve ancak sağlam bilimsel verilere dayanarak bu soruna
bilimsel bir yanıt verilebileceğini belirterek, bir çeşit uyarmada bulunur.
Bütün evrim teorisi tarafından ve
genellikle bilim tarafından şaşmaz bir biçimde ortaya konan ilk nokta
—ütopyacıların unutmuş bulundukları ve sosyalist devrimden korkan
oportünistlerin bugün unuttukları nokta,— tarihsel bakımdan, hiç kuşkusuz,
kapitalizmden komünizme özel bir geçiş aşamasının ya da evresinin varolması
gerektiğidir.
2.
KAPİTALİZMDEN KOMÜNİZME GEÇİŞ
"... Kapitalist toplum ile komünist
toplum arasında —diye sürdürür Marks,— kapitalist toplumdan komünist topluma
devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme, devletin proletaryanın devrimci
diktatorasından başka bir şey olamayacağı bir siyasal geçiş dönemi karşılık
düşer..."
Bu sonuç, Marks'ta, proletaryanın bugünkü
kapitalist toplumda oynadığı rolün çözümlemesine, bu toplumun gelişmesiyle
ilgili verilere ve proletaryayla [sayfa 114] burjuvazinin karşıt çıkarları
arasmdaki uzlaşmazlığa dayanır .
Eskiden, sorun şöyle konuyordu:
proletarya, kurtuluşunu sağlamak için, burjuvaziyi alaşağı etmek, siyasal
iktidarı fethetmek, devrimci diktatorasını kurmak zorundadır.
Şimdi, sorun biraz başka türlü konuyor:
komünizme doğru giden kapitalist toplumdan komünist topluma geçiş, "siyasal
bir geçiş dönemi" olmaksızın olanaksızdır; ve bu dönemin devleti de,
proletaryanın devrimci diktatorasından başka birşey olamaz.
O halde, bu diktatorayla demokrasi
arasındaki ilişkiler nelerdir?
Komünist Manifesto'nun şu iki kavramı,
"proletaryanın egemen sınıf durumuna dönüşümü" ve "demokrasinin
fethi" kavramlarını, açıkça birbirine yaklaştırdığını görmüş bulunuyoruz.
Buraya dek söylenenler, demokrasinin, kapitalizmden komünizme geçiş sırasında
uğradığı değişikliklerin daha doğru bir biçimde belirlenmesini sağlar.
En elverişli gelişme koşulları içinde
düşünülen kapitalist toplum, demokratik cumhuriyet biçiminde az çok tam bir
demokrasi görünümündedir. Ama bu demokrasi, hep kapitalist sömürünün dar
çerçevesi içine sıkışıp kalmıştır; bu yüzden, sonuçta hep azınlık için,
yalnızca varlıklı sınıflar, yalnızca zenginler için bir demokrasi olarak kalır.
Özgürlük, eski Yunan cumhuriyetlerinde neydiyse, kapitalist toplumda da,
aşağı-yukarı o kalır: köle sahipleri için bir özgürlük. Kapitalist sömürü
sonucu, bugünün ücretli köleleri, yoksulluk ve sefalet yüzünden öylesine
bunalmış, öylesine bitkin bir durumda bulunuyorlar ki, "demokrasiye boş
veriyorlar", "siyasaya [sayfa 115] boş veriyorlar" ve, olayların
olağan, dingin akışı içinde, nüfusun büyük çoğunluğu siyasal ve toplumsal
yaşamın dışına atılmış bulunuyor.
Bu söylenenlerin doğruluğunu, belki de en
iyi biçimde, Almanya gösteriyor, çünkü bu ülkede, anayasal yasallık, yarım
yüzyıllık bir süre (1871-1914) boyunca, şaşırtıcı bir sabır ve süreklilikle
korunmuş, ve çünkü, bu dönem boyunca, sosyal-demokrasi "yasallıktan
yararlanmak" ve işçileri, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir
genişlikte, bir siyasal parti olarak örgütlemek için, öteki ülkelerde
yapılanlardan daha çoğunu yapmasını bilmiştir.
Peki, siyasal bakımdan bilinçli ve etkin
olan bu ücretli kölelerin —kapitalist toplumda gözlemlenen en yüksek— oranı
nedir? 15 milyon ücretli işçi üzerinden bir milyon sosyal-demokrat parti üyesi! 15
milyon üzerinden 3 milyon sendikalı!
Çok küçük bir azınlık için demokrasi;
zenginler için demokrasi: kapitalist toplumun demokratizmi işte budur.
Kapitalist demokrasi mekanizması daha yakından incelendiğinde, her yerde, seçim
yasasının "küçük" (sözde küçük) ayrıntılarında (oturma koşulları,
kadınlara oy hakkı tanınmaması vb.), temsili kurulların işleyişinde, toplanma
hakkına konulan fiili engellerde (kamu yapıları "sefiller"in toplantı
yeri değildir), günlük basının kapitalistçe örgütlenmesinde vb., vb. —her
yerde, demokratizme sınırlama üstüne sınırlama konduğu görülecektir. Yoksullar
için bu sınırlamalar, uzaklaştırmalar, dıştalamalar, engeller, özellikle ne
kendileri yoksulluk çekmiş, ne de ezilen sınıflar yığınlarının yaşamını
yakından tanımış bulunan kimselerin gözüne küçük görünürler —ve burjuva [sayfa
116] gazete yazarı ve siyasacılarının onda dokuzunun, hatta yüzde doksan
dokuzunun da durumu budur,— ama, hepsi biraraya gelince, bu kısıtlamalar
yoksulları siyasetten, demokrasiye etkin katılımdan dıştalar, uzaklaştırırlar.
Marks, Komün deneyi üzerine yaptığı
çözümlemede, "ezilenlere, dönem dönem, ezenler sınıfının temsilcileri
arasından, birkaç yıl için, parlamentoda kendilerini kimin temsil edeceğini ve
ayaklar altına alacağını kararlaştırma izni verilir!" dediği zaman, kapitalist
demokrasinin bu özsel özelliğini yetkin bir biçimde kavramıştır.
Ama, bu —kaçınılmaz biçimde dar,
yoksulları sinsice ezen, ve sonuç olarak ikiyüzlü ve yalancı- kapitalist
demokrasiden başlayarak ilerlemek, burjuva profesörlerle küçük-burjuva oportünistlerin
ileri sürdükleri gibi, dolambaçsız, dosdoğru ve çatışmasız bir biçimde
"gitgide daha yetkin bir demokrasi"ye götürmez. Hayır. İleriye, yani
komünizme doğru gidiş, proletarya diktatorası aracıyla yapılır; başka türlü,
yapılamaz, çünkü sömürücü kapitalistlerin direncini kırabilecek başka hiçbir
sınıf ve araç yoktur.
Oysa, proletarya diktatorası, yani ezilen
sınıflar öncüsünün, ezenlerin sırtını yere getirmek için egemen sınıf olarak
örgütlenmesi, demokrasinin yalın bir genişlemesiyle yetinemez. İlk kez olarak
zenginler için değil, yoksullar için, halk için demokrasi durumuna gelmiş
bulunan demokrasideki önemli bir genişleme ile birlikte, proletarya
diktatorası, ezenler, sömürenler, yani kapitalistler için bir dizi sınırlamalar
da getirir. İnsanlığı ücretli kölelikten kurtarmak için bunların sırtını yere
getirmek zorundayız; bu adamların direncini zorla [sayfa 117] kırmak gerekir;
ve baskmın olduğu yerde, özgürlüğün olmadığı, demokrasinin olmadığı apaçık bir
şeydir.
Engels, okurun anımsayacağı gibi:
"...proletarya devlete hala gereksinim duyduğu sürece, bunu hiç de
özgürlük için değil, ama düşmanlarına karşı bastırmayı örgütlemek için duyar.
Ve özgürlükten sözetmenin olanaklı duruma geldiği gün, devlet, devlet olarak
varolmaktan çıkar," dediği Bebel'e mektubunda, bunu hayranlığa değer bir
biçimde dile getirmiştir.
Halkın engin çoğunluğu için demokrasi ve
sömürücüler için zora dayanan bastırma, yani demokrasiden dıştalama;
kapitalizmden komünizme geçiş sırasında demokrasinin uğradığı değişiklik, işte
böyle bir değişikliktir.
Ancak komünist toplumda, kapitalistlerin
direnci kesin olarak kırıldığı, kapitalistler ortadan kalktığı ve sınıflar
yokolduğu (yani toplumsal üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından toplum
üyeleri arasındaki ayrım silindiği) zaman, ancak o zamandır ki, "devlet
ortadan kalkar ve özgürlükten sözetmek olanaklı duruma gelir". Ancak ve
ancak o zaman gerçekten tam, gerçekten hiçbir istisna tanımayan bir demokrasi
olanaklı duruma gelecek ve uygulanacaktır. Ancak ve ancak o zaman demokrasi
sönmeye başlayacaktır-şu basit nedenle ki, kapitalist kölelikten, kapitalist
sömürünün sayısız korkunçluk, yabanıllık, saçmalık ve alçaklıklarından
kurtulduktan sonra, insanlar, toplum biçiminde yaşamanın yüzyıllardan beri
bilinen, binyıllar boyunca bütün törel buyruklarda yinelenen yalın kurallarına
uymaya ve, hiçbir zor, hiçbir baskı, hiçbir bağımlılık olmaksızın, devlet adı
verilen o özel [sayfa 118] baskı aygıtı olmaksızın uymaya, yavaş yavaş
alışacaklardır.
"Devlet söner" deyimi, çok
başarılı bir deyimdir, çünkü, aynı zamanda sürecin hem kertelilik ve hem de
kendiliğindenliğini dile getirir. Böyle bir sonuca ancak alışkanlık yolaçabilir
ve kuşkusuz o yolaçacaktır, çünkü, sömürü olmadığı, öfke uyandıran,
hoşnutsuzluk ve başkaldırmaya yol açan, baskıyı gerektiren hiçbir şey olmadığı
zaman, insanların, toplum biçiminde yaşamanın zorunlu kurallarına uymaya ne
büyük bir kolaylıkla alıştıklarını çevremizde binlerce ve binlerce kez
görüyoruz.
Demek ki, kapitalist toplumda, yalnızca
kolu kanadı kırpılmış, sefil, bozulmuş bir demokrasiye, yalnızca zenginler
için, azınlık için bir demokrasiye sahip bulunuruz. Proletarya diktatorası,
yani komünizme geçiş dönemi, ilk kez olarak sömürücü bir azınlığın baskı altına
alınmasının yanısıra, halk için, çoğunluk için bir demokrasi
gerçekleştirecektir. Ancak komünizm, gerçekten tam bir demokrasiyi
gerçekleştirmeye yeteneklidir; ve demokrasi ne kadar tam olursa, o kadar
gereksiz bir duruma gelecek ve kendiliğinden sönecektir.
Başka bir deyişle: kapitalist rejimde,
sözcüğün gerçek anlamında devlete, yani bir sınıfın bir başka sınıfı, azınlığın
çoğunluğu baskı altında tutmasına yarayan özel bir makineye sahip bulunuruz.
Anlamak kolaydır ki, sömürülen bir çoğunluğa karşı sömürücü bir azınlık
tarafından uygulanan sistemli baskının yürütülmesi, bu işte büyük bir yırtıcılık,
büyük bir kan-dökücülük ister; insanlığın, kölelik, serflik ve ücretlilik
rejimleri altında yoluna devam ederken, içinden geçtiği kan deryalarını
gerektirir. [sayfa 119]
Sonra, kapitalizmden komünizme geçiş
döneminde, bastırma gene zorunludur; ama bu kez sömürülen bir çoğunluk
tarafından sömürücü bir azınlığa karşı uygulanır. Özel aygıt, özel bastırma
makinesi, yani "devlet", gene zorunludur, ama bu artık gerçek anlamda
bir devlet değil, bir geçiş devletidir; çünkü dünün ücretli köleleri tarafından
sömürücü bir azınlığa karşı uygulanan bastırma, görece öyle kolay, öyle basit
ve öyle doğal bir şeydir ki, köle, serf ve ücretli işçi ayaklanmalarının
bastırılmasından çok daha az kana malolacak, insanlığa çok daha ucuza
malolacaktır. Bu bastırma, demokrasinin o kadar büyük bir halk çoğunluğuna
yayılmasıyla bağdaşan bir şeydir ki, özel bir bastırma makinesi zorunluluğu
ortadan kalkmaya başlar. Sömürücüler, çok karmaşık ve bu işe ayrılmış bir
makine olmaksızın, elbette halkın sırtını yere getirecek durumda de6ildirler;
oysa halk, çok yalın bir "makine" ile bile hemen hemen
"makine"siz, özel aygıtsız, yalnızca silahlanmış yığınların
örgütlenmesi ile (bir önceleme yaparak, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri
gibi diyeceğiz), sömürücülerin sırtını yere getirebilir.
Ensonu, ancak komünizm, devleti büsbütün
gereksizleştirir; çünkü o zaman, sırtı yere getirilecek hiç kimse, hiçbir sınıf
anlamında "hiç kimse" yoktur; nüfusun belirli bir bölümüne karşı
sistemli bir savaşım, artık yoktur. Biz ütopyacı değiliz ve bireysel
aşırılıkların olanaklı ve kaçınılmaz şeyler olduğunu hiçbir zaman yadsımıyoruz;
ama bu aşırılıkları bastırmanın zorunlu olduğunu da yadsımıyoruz. Nedir ki, her
şeyden önce, bunun için özel bir makine, özel bir bastırma aygıtı hiç de gerekli
değildir; silahlanmış halk, herhangi bir uygar insan [sayfa 120] topluluğunun,
hatta bugünkü toplumda bile, dövüşen insanları ayırması, ya da bir kadına kötü
davranılmasına gözyummaması kadar yalın ve kolay bir biçimde, bu görevi kendisi
üstlenecektir. Sonra, biliyoruz ki, toplum içinde yaşama kurallarına bir
saldırı oluşturan aşırılıkların derindeki toplumsal nedeni, yoksulluğa,
sefalete adanmış yığınların sömürülmesidir. Bu temel neden, bir kez ortadan
kaldırıldıktan sonra, aşırılıklar kuşkusuz "sönme"ye
başlayacaklardır. Hangi hız ve hangi sırayla, onu bilmiyoruz; ama biliyoruz ki,
söneceklerdir. Ve, bu aşırılıklarla birlikte, devlet de sönecektir.
Marks, ütopyaya düşmeden, bu gelecek
konusunda şimdiden tanımlanabilecek şeyi, yani: komünist toplumun alt ve üst
evresi (derece, aşama) arasındaki ayrımı en ayrıntılı bir biçimde
tanımlamıştır.
3. KOMÜNİST TOPLUMUN BİRİNCİ
EVRESİ
Gotha Programının Eleştirisi'nde, Marks,
Lassalle'ın, sosyalist rejimde işçinin, emeğinin "budanmamış" ürününü,
ya da "tüm ürününü" alacağı yolundaki düşüncesini inceden inceye
çürütür. Gösterir ki, toplumsal fonların tümünden, bir yedeklik fonu, üretimi
artırmaya ayrılmış bir fon, "yıpranmış" makinelerin değiştirilmesine
ayrılmış bir fon vb. çıkarmak gerekir. Sonra, tüketim nesnelerinden de: yönetim
giderleri, okullar hastaneler, yaşlılık yurtları vb. için bir fon çıkarmak
gerekir.
Lassalle'ın ("emeğinin tüm ürünü
işçiye" biçimindeki), bulanık, karanlık ve genel formülü yerine [sayfa
121] Marks, sosyalist toplumun işleri nasıl yöneteceğini açıklıkla gösterir.
Marks, kapitalizmin varolmayacağı bir toplumdaki yaşama koşullarının somut
çözümlemesine girişir ve düşüncesini şöyle açıklar:
"Burada (işçi partisi programının
incelenmesinde) uğraştığımız şey, kendine özgü temeller üzerinde gelişmiş
bulunduğu biçimiyle değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkmış bulunduğu
biçimiyle bir komünist toplumdur; o halde, ekonomik, törel, entellektüel, bütün
ilişkilerinde, henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir
toplum."
İşte kapitalizmin bağrından henüz çıkmış
bulunan ve bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplumu,
Marks, komünist toplumun "birinci", ya da alt evresi olarak
adlandırır.
Üretim araçları, daha şimdiden, artık
bireylerin özel mülkiyetinde değildir. Tüm toplumun malıdır. Toplumsal bakımdan
gerekli çalışmanın belirli bir parçasını tamamlayan her toplum üyesi,
toplumdan, sağladığı çalışmanın niceliğini gösteren bir bono alır. Bu bono ile,
kamusal tüketim nesneleri mağazalarından, çalışmasına denk düşen bir nicelikte
ürün almak hakkını elde eder. Sonuç olarak, toplumsal fona ödenen çalışma
tutarı çıktıktan sonra, her işçi, toplumdan, ona vermiş olduğu kadarını alır.
"Eşitlik"in egemenliği denebilir buna.
Ama, (çoğunlukla sosyalizm denilen ve
Marks'in komünizmin birinci evresi adını verdiği) bu toplumsal düzenden sözeden
Lassalle, bu düzende "hakkaniyetli bölüşüm", "eşit emek ürünü
üzerinde herkesin eşit hakkı" olduğunu söylerken yanılır ve Marks bu
yanılmanın nedenini açıklar. [sayfa 122]
Marks, "eşit hak" der;
gerçekten, burada eşit hak vardır; ama burada sözkönusu olan şey, henüz
"burjuva hukuku"dur; her hukuk gibi, eşitsizliği öngerektiren burjuva
hukuku. Her hukuk, farklı insanlara, gerçekte ne özdeş ne de eşit olan farklı
insanlara, tek bir kuralın uygulanmasına dayanır. Bundan ötürü, "eşit
hak", aslında eşitliğe bir saldırı, bir adaletsizlik demektir. Gerçekte,
herkes toplumsal üründen, kendisi tarafından sağlanan toplumsal çalışmanın eşit
bir parçası için, (yukarıda belirtilen çıkarmalarla) eşit bir pay alır.
Oysa, bireyler birbirine eşit
değillerdir: biri daha güçlü, öteki daha güçsüzdür; biri evli, öteki değildir;
birinin çocuğu çok, ötekinin azdır vb..
"... Emek eşitliğinde ve dolayısıyla
toplumsal tüketim fonuna katılma eşitliğinde, demek ki biri gerçekte ötekinden
çok alır, biri ötekinden daha zengindir vb.. Bütün bu sakıncalardan kaçınmak
için, hakkın eşit değil eşitsiz olması gerekirdi" diye bağlar Marks.
Öyleyse komünizmin ilk evresi, adalet ve
eşitliği gerçekleştiremez; zenginlik bakımından insanlar arasındaki
farklılıklar, hem de haksız farklılıklar sürecektir; ama insanın insan
tarafından sömürülmesi de olanaksız olacaktır, çünkü üretim araçları, yani fabrikalar,
makineler, toprak vb. üzerinde, özel mülkiyet olarak, egemenlik
kurulamayacaktır. Lassalle'ın genel olarak "eşitlik" ve
"adalet" üzerindeki karışık ve küçük-burjuva formülünü çürüterek,
Marks, yalnız üretim araçlarının bireyler tarafından maledilmesi
"haksızlığını" yıkmakla başlamak zorunda olan, ama öteki haksızlığı:
tüketim nesnelerinin (gereksinimlere göre değil) "emeğe göre"
bölüşümü haksızlığını birdenbire [sayfa 123] yıkmakta yeteneksiz bulunan
komünist toplumun gelişme akışını gösterir.
Bayağı iktisatçılar, ve onlar arasında,
"bizim" Tugan (Tugan Baranovski ç.) dahil, burjuva profesörler,
sosyalistleri sık sık insanlar arasındaki eşitsizliği unutmak ve onun ortadan
kaldırılmasını "düşlemek" ile kınarlar. Bu kınamanın ancak ve ancak,
burjuva ideolog bayların aşırı bilgisizliğini tanıtladığı, görülüyor.
Marks, yalnızca insanlar arasmdaki
kaçınılmaz eşitsizliği değil, üretim araçlarının tüm toplumun ortak mülkü
haline dönüşümünün (sözcüğün alışılmış anlamında "sosyalizm"in),
tekbaşına bölüşümdeki kusurları, ve, ürünler "emeğe göre"
dağıtıldığına göre, egemen olmakta devam eden "burjuva hukuku"nun
eşitsizliğini ortadan kaldırmayacağı gerçeğini de, sıkısıkıya hesaba katar.
"... Ama, diye sürdürür Marks, bu
kusurlar, uzun ve sancılı bir doğum döneminden sonra, kapitalist toplumdan
henüz çıkmış, bulunduğu biçimiyle, komünist toplumun birinci evresinde
kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, ekonomik durum ve ona karşılık düşen uygarlık
derecesinden hiçbir zaman daha yüksek olamaz..."
Demek ki, komünist toplumun (genellikle
sosyalizm adı verilen) birinci evresinde, "burjuva hukuku" tamamen
değil, ancak kısmen, ancak ekonomik devrimin yapılmış bulunduğu ölçüde, yani
ancak üretim araçlarıyla ilgili olarak yürürlükten kaldırılmıştır. "Burjuva
hukuku", bireylerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetini tanıyordu.
Sosyalizm üretim araçlarını ortaklaşa bir mülkiyet haline getirir. İşte bu
ölçüde, ama ancak bu ölçüde "burjuva hukuku" yürürlükten kaldırılmış
olur. [sayfa 124]
Ama bunun dışında, ürünlerin bölüşümü ve
çalışmanın toplum üyeleri arasındaki dağılımının düzenleyicisi olmak bakımından
(burjuva hukuku) yürürlükte kalır. "Çalışmayan yemez": Bu sosyalist
ilke, şimdiden (Komünist toplumun ilk evresinde -ç.) gerçekleşmiştir;
"eşit nicelikte emeğe, eşit nicelikte ürün": bu öteki sosyalist ilke
de, şimdiden gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, bu henüz komünizm değildir, ve
henüz, eşit olmayan insanlara eşit olmayan (gerçekte eşit olmayan) bir emek
tutarı için, eşit bir nicelikte ürün veren "burjuva hukuku"nu ortadan
kaldırmaz.
İşte bu bir "sakınca"dır, der
Marks; ama bu sakınca, komünizmin ilk evresinde kaçınılmaz bir şeydir, çünkü,
kapitalizm yıkıldıktan hemen sonra, insanların, hiçbir tür hukuk kuralı
olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri, ütopyaya düşmeden
düşünülemaz; kaldı ki, kapitalizmin ortadan kalkışı, böylesine bir değişikliğin
ekonomik öncüllerini hemencecik vermez.
Oysa "burjuva hukuku"
kurallarından başka kural yoktur.
Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa
mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki
eşitliği korumakla yükümlü bir devletin zorunluluğu, bu nedenle sürer.
Bundan böyle, kapitalistler olmadığı,
sınıflar ve dolayısıyla tepesine binilecek bir sınıf olmadığı için, devlet
söner.
Ama, edimsel eşitsizliği onaylayan
"burjuva hukuku" korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz
büsbütün yokolmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin
gerçekleşmesi gerekir. [sayfa 125]
4. KOMÜNİST
TOPLUMUN ÜST EVRESİ
Marks, devam eder:
"... Komünist toplumun yüksek bir
evresinde, bireylerin işbölümüne köleleştirici bağımlılığı ve, onunla birlikte,
kol ve kafa emeği arasındaki karşıtlık yokolacağı zaman, çalışmanın yalnızca
bir yaşama aracı olmaktan çıkıp, bir ilk dirimsel gereksinim durumuna geleceği
zaman; bireylerin çok-yönlü gelişmesi ile birlikte, üretim güçlerinin de
artacağı ve bütün kollektif zenginlik kaynaklarının bollukla fışkıracağı zaman;
ancak o zaman burjuva hukuğunun sınırli ufku kesin olarak aşılabilecek ve
toplum, bayrakları üstüne 'herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine
göre!' diye yazabilecektir..."
Acımasız alaylarıyla "özgürlük"
ve "devlet" sözcükleri arasındaki o saçma birleşmeyi toz eden
Engels'in düşüncelerinin tüm doğruluğunu ancak şimdi değerlendirebiliriz.
Devlet varoldukça, özgürlük yoktur. Özgürlük olacağı zaman, devlet
olmayacaktır.
Devletin büsbütün sönmesinin ekonomik
temeli, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki tüm karşıtlık yokolacak ve,
dolayısıyla, çağdaş toplumsal eşitsizliğin, yalnız üretim araçlarının
toplumsallaşmasının, yalnız kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin hiçbir
biçimde kökünü hemen kurutamayacağı başlıca kaynaklarından biri yokolacak kadar
yüksek bir gelişme derecesine erişmiş komünizmdir.
Bu mülksüzleştirme, üretim güçlerinde
büyük bir gelişmeyi olanaklı duruma getirecektir. Ve, kapitalizmin daha
şimdiden bu gelişmeyi ne kadar engellediğini ve şu anda erişilmiş bulunulan
çağcıl [sayfa 126] teknik sayesinde ne büyük bir gelişme sağlanabileceğini
gördükten sonra, kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin toplumdaki üretim
güçlerinde zorunlu olarak büyük bir gelişme sonucunu vereceğini mutlak bir
kesinlikle ileri sürme hakkına sahip bulunuyoruz. Ama bu gelişmenin hızı ne
olacak, işbölümünün son bulmasına, kafa ve kol emeği arasındaki karşıtlığın
ortadan kalkmasına, çalışmanın "ilk dirimsel gereksinim" durumuna
dönüşümüne ne zaman ulaşacak; işte bunu bilmiyoruz ve bilemeyiz de.
Bundan ötürü, bu sürecin süresini,
komünizmin üst evresinin gelişme hızına bağlılığını belirterek, ve bu sönmenin
mühlet ya da somut biçimleri sorununu tamamen askıda bırakarak, devletin
kaçınılmaz sönmesinden başka bir şeyden sözetme hakkına sahip bulunmuyoruz.
Çünkü bu tür sorunları çözmemizi sağlayabilecek veriler yoktur.
Toplum, "herkesten yeteneklerine
göre, "herkese gereksinimlerine göre" ilkesini gerçekleştirmiş
olacağı zaman, yani, insanlar, yeteneklerine göre isteye isteye çalışacak kadar
toplum içinde yaşamanın temel kurallarına uymaya alışacakları, ve emeklerinin
bunu sağlayacak kadar üretken bir duruma geleceği zaman, devlet büsbütün
sönebilecektir. Bir Shylock [51*] açgözlülüğü ile: "Sakın komşudan yarım
saat çok çalışmış olmayayım? Sakın ondan düşük ücret almış olmayayım?"
biçiminde hesaplamaya zorlayan "burjuva hukuğunun sınırlı ufku" o
zaman aşılmış olacaktır. Ürünlerin bölüşümü, herkese verilen ürünün toplum
tarafından tayına bağlanmasını artık gerektirmeyecek, herkes [sayfa 127]
"gereksinimlerine göre" özgürce alacaktır.
Burjuva açıdan, böylesine bir toplumsal
rejimi "ütopyanın dik âlâsı" gözüyle görmek ve, her yurttaşa,
çalışmasına hiç bakmaksızın, toplumdan istediği kadar yer mantarı, otomobil,
piyano vb. alma hakkı vaadeden sosyalistlerle alay etmek kolaydır. Bugün de,
burjuva "âlim"lerinin çoğu bu gibi alaylarla yetinir, böylece
bilgisizliklerini ve kapitalizmin çıkarcı savunucusu anlayışlarını ortaya
koyarlar.
Bilgisizliklerini ortaya koyarlar; çünkü,
komünizmin üst evresinin gerçekleşeceğini "vaat etmek" hiçbir
sosyalistin aklına gelmemiştir; büyük sosyalistler tarafından bu evrenin
gerçekleşeceğinin önceden sezilmesine gelince, bu sezgi, bugünkünden farklı bir
emek üretkenliği, ve bugünün, Pomialosvki'nin seminaristleri[19] gibi, kamu
servetlerini "yok yere saçıp savurmaya ve olanaksızı istemeye"
yetenekli ortalama insanın yokolmasını öngerektirir.
Komünizmin "üst" evresinin
gelmesini beklerken, sosyalistler toplumdan ve devletten, çalışma ve tüketim
ölçüsü üzerinde en sıkı denetimi uygulamalarını isterler; bu denetim kapitalistlerin
mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerindeki denetiminden
başlamalı, ve, memurlar devleti tarafından değil, silahlı işçiler devleti
tarafından uygulanmalıdır.
Burjuva ideologları (ve onların
Çereteliller, Çernov'lar ve hempaları gibi kuyrukçuları) tarafından
kapitalizmin çıkarcı savunusu, uzak bir gelecek üzerindeki tartışmalar ve boş
sözlerle, bugünkü siyasanın ivedi güncel sorununu: kapitalistlerin
mülksüzleştirilmesi, bütün yurttaşların [sayfa 128] tek bir büyük "kartel"in,
yani tüm devletin emekçi ve görevlileri haline dönüşümü; ve tüm bu kartelin her
işinin, gerçekten demokratik bir devlete, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri
Devletine bağlanması sorununu elçabukluğuna getirmeye dayanır.
Gerçekte, bir bilgiç profesör, sonra
hamkafa bir burjuva; daha sonra da Çereteli'ler ve Çernov'lar, sağduyuya aykırı
ütopyalardan, Bolşeviklerin demagojik vaadlerinden, sosyalizmi
"yerleştirme"nin olanaksızlığından sözettikleri zaman, komünizmin,
genel olarak onu "yerleştirmek" olanaksız olduğu için, kimsenin
hiçbir zaman "yerleştirme"yi ne vaat ettiği hatta ne de tasarladığı
bu üst aşama ya da evresinin ta kendisini düşünürler.
Burada, "Sosyal-demokrat"
adının yerinde kullanılmamış olması üzerine daha önce Engels'ten aktarılmış
bulunan parçada değinilip geçilen bir soruna, sosyalizm ile komünizm arasındaki
bilimsel ayrım sorununa geliyoruz. Siyasal açıdan komünizmin ilk ya da alt
evresiyle üst evresi arasındaki ayrım, elbette zamanla önem kazanacaktır; ama
bugün, kapitalist rejimde, bunu sorun yapmak gülünç bir şey olur; ve belki
yalnızca birkaç anarşist bunu birinci plana koyabilir (tutalım ki anarşistler
arasında, Kropotkin'lerin, Grave'ların, Cornelissen'lerin ve anarşizmin öbür
"yıldızları"nın, sosyal-şoven haline, ya da onur ve vicdanını koruyan
ender anarşistlerden biri olan Gay'in deyimine göre, siper-anarşistleri
durumuna "Plekhanov'vari" değişiminden sonra, hiçbir şey öğrenmemiş
kimseler kalmış olsun).
Ama sosyalizm ile komünizm arasındaki
bilimsel ayrım açıktır. Genel olarak sosyalizm diye adlandırılan şeyi, Marks,
komünist toplumun "birinci" [sayfa 129] ya da alt evresi olarak
adlandırmıştır. Üretim araçları ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği ölçüde,
bunun tam komünizm olmadığını unutmamak koşuluyla, "komünizm" sözcüğü
bu evre için de kullanılabilir. Marks'ın açıklamalarının büyük değeri, burada
da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak, ve
komünizmi, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak düşünmektir.
(Sosyalizm nedir, komünizm nedir? gibi) "uydurulmuş", skolastik ve
yapay tanımlamalarla, kuru sözcük çekişmeleriyle yetinme yerine, Marks,
komünizmin ekonomik olgunluk aşamaları denebilecek şeyi çözümler.
Komünizm, ilk evresinde, ilk aşamasında,
ekonomik bakımdan, henüz adamakıllı olgun, geleneklerin ya da kapitalizmin
kalıntılarından henüz büsbütün kurtulmuş olamaz. Bu yüzden, komünist rejimde,
bu rejimin ilk evresinde, "burjuva hukukunun sınırlı ufku" korunur;
bu ilginç olayın nedeni budur. Kuşkusuz, burjuva hukuku, tüketim nesnelerinin
bölüşümü bakımından, zorunlu olarak bir burjuva devlet'e dayanır; çünkü,
koyduğu kurallara uymaya zorlamaya yetenekli bir aygıt olmaksızın, hukuk hiçbir
şey değildir.
Bundan şu sonuç çıkar ki, komünist
rejimde, belirli bir zaman boyunca, yalnızca burjuva hukuk değil, burjuva
devlet de sürer —ama burjuvazisiz burjuva devlet!
Bu söylenen şeyi bir paradoks, ya da
düpedüz diyalektik bir zekâ oyununa benzeyebilir; zaten, marksizmin o derin
özünü azıcık da olsa irdeleme zahmetine ömürlerinde hiç katlanmamış kimseler,
onu çoğu kez bir paradoks ya da diyalektik bir zekâ oyunu olarak kınarlar.
[sayfa 130]
Gerçekte, doğada olsun toplumda olsun,
geçmişin şimdiki zamanda süren kalıntılarını, yaşam bize her adımda gösterir.
Ve Marks, bir "burjuva" hukuk parçasını komünizm içine asla keyfi
olarak sokuşturmamıştır; o, kapitalizmin bağrından çıkmış bir toplumda,
ekonomik ve siyasal bakımdan kaçınılmaz olan şeyi saptamaktan başka birşey
yapmamıştır.
İşçi sınıfının, kurtuluşu için,
kapitalistlere karşı yürüttüğü savaşım içinde, demokrasinin çok büyük bir önemi
vardır. Ama demokrasi hiçbir zaman aşılamayacak bir sınır da değildir; o
yalnızca, feodaliteden kapitalizme ve kapitalizmden de komünizme giden yol
üzerinde bir evredir.
Demokrasi, eşitlik demektir.
Proletaryanın, sınıfların ortadan kalkması anlamında almak koşuluyla, eşitlik
ve eşitlik sloganı için savaşımının taşıdığı çok büyük önem kolay anlaşılır.
Ama demokrasi yalnızca biçimsel eşitlik anlamına gelir. Ve, bütün toplum
üyelerinin üretim araçları mülkiyetine göre eşitliği, yani emek eşitliği, ücret
eşitliği gerçekleşir gerçekleşmez, biçimsel eşitlikten gerçek eşitliğe, yani
"herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre"
ilkesinin gerçekleşmesine geçmek için, insanlığın karşısına tamamlanması
gereken yeni bir ilerleme sorununun dikildiği görülecektir. İnsanlık bu yüce
ereğe doğru hangi evrelerden, hangi pratik önlemlerden geçerek gidecektir,
bilmiyoruz, bilemeyiz de. Ama önemli olan, sosyalizmin ölü, donmuş, değişmez
bir şey olduğu yolundaki yaygın burjuva düşüncesinin içinde sakladığı büyük
yalanı görmektir; oysa gerçeklikte, toplumsal ve özel yaşamın bütün
alanlarında, hızlı, edimsel, gerçek bir yığın hiteliğine sahip ve, önce [sayfa
131] çoğunluğun, sonra da tüm nüfusun katılacağı bir ilerleme hareketi,
yalnızca sosyalizm ile başlayacaktır.
Demokrasi bir devlet biçimidir, çeşitli
devlet biçimlerinden biridir. Öyleyse, her devlet gibi, demokrasi de, zorun,
örgütlenmiş olarak, sistemli biçimde insanlara uygulanmasıdır. İşin bir yanı,
bu. Ama, öte yandan, demokrasi yurttaşlar arasındaki eşitliğin, herkese eşit
olarak, devletin biçimini belirleme ve onu yönetme hakkının resmen tanınması
anlamına da gelir. Öyleyse bundan şu sonuç çıkar ki, demokrasi, gelişmesinin
belirli bir aşamasında, önce, proletaryayı, bu devrimci anti-kapitalist sınıfı
birleştirir, sonra da, onun, cumhuriyetçi de olsa, burjuva devlet makinesini,
yani sürekli orduyu, polisi, bürokrasiyi yıkmasını, parçalamasını, yeryüzünden
silip atmasını ve onlar yerine milise katılan silahli işçi yığınları, sonra
kerteli olarak, tüm halk biçimi altında, daha demokratik, ama gene de bir
devlet makinesi olmaktan geri kalmayan bir devlet makinesini geçirmesini
sağlar.
Burada, "nicelik niteliğe
dönüşür": bu aşamaya eriştikten sonra demokratizm, burjuva toplum
çerçevesinden çıkar ve sosyalizme doğru evrimlenmeye, sosyalizme dönüşmeye
başlar. Eğer herkes gerçekten devlet yöntimine katılırsa, kapitalizm artık
tutunamaz. Ve kapitalizmin gelişmesi de, kendi payına, "herkes"in
devlet yönetimine gerçekten katılabilmesi için zorunlu öncülleri oluşturur. Bu
öncüller içinde, ötekiler arasında, en ileri kapitalist ülkelerin birçoğu
tarafından daha şimdiden gerçekleştirilmiş bulunan genel eğitim, sonra sosyalize
edilmiş engin ve karmaşık posta, demiryolları, büyük fabrikalar, büyük ticaret,
bankalar vb., vb. [sayfa 132] aygıtı tarafından, milyonlarca işçinin
"disiplin bakımından eğitimi ve yetiştirilmesi" vardır.
Bu tür ekonomik öncüllerle, kapitalistler
ve memurlar alaşağı edildikten sonra, üretim ve bölüşümün denetimi, emeğin ve
ürünlerin kaydı için, bugünden yarına, pekâlâ silahlı işçiler, tüm silahlı halk
onların yerine geçirilebilir. (Kayıt ve denetim sorunu ile, mühendis, tarım
uzmanı vb. gibi bilimsel bir formasyona sahip personel sorununu birbirine
karıştırmamak gerekir: bugün kapitalistlerin buyruğu altında çalışan bu baylar,
yarın silahlı işçilerin buyruğu altında daha da iyi çalışacaklardır.)
Kayıt ve denetim: komünist toplumun, ilk
evresinde, hem "yoluna konması", hem de düzenli işlemesi için özsel
olan, işte budur. Burada, bütün yurttaşlar, silahlı işçiler tarafından kurulmuş
olan devletin ücretli görevlileri durumuna dönüşürler. Bütün yurttaşlar bir tek
devlet "kartel"inin, bir tek tüm halk "kartel"inin
görevlileri ve işçileri olurlar. Önemli olan, herkesin eşit bir çaba
göstermesini, çalışma kurallarına tastamam uymasını ve eşit bir ücret almasını
sağlamaktır. Bu alandaki kayıt ve denetim, bu işleri en yalın gözetim ve yazma
işlemlerine, ve bunlara karşılık düşen makbuzların teslimine, her şeyi,
okur-yazar ve aritmetiğin dört işlemini bilir herhangi birinin yapabileceği bir
duruma indirgemiş bulunan kapitalizm tarafından son derece yalınlaştırılmıştır.
[52*]
Halk çoğunluğu, bu kayıt işine, (bundan
[sayfa 133] böyle görevli durumuna dönüşmüş olan) kapitalistlerle, kapitalist
alışkanlıklarını koruyacak olan aydın bayların bu denetimi işine kendisi ve her
yerde girişeceği zaman, o zaman bu denetim gerçekten evrensel, genel ve ulusal
bir denetim olacak ve hangi biçimde olursa olsun, hiç kimse kendini bundan
kurtaramayacak, "artık yapacak hiçbir şey kalmayacaktır".
Toplumun tümü, çalışma ve ücret
eşitliğiyle, artık bir tek büro ve bir tek atelyeden başka bir şey
olmayacaktır.
Ama, proletaryanın kapitalistleri yenip
sömürücüleri alaşağı ettikten sonra toplumun tümüne yayacağı bu
"atelye" disiplini, bizim için asla ne ülkü ne de son erektir; bu
yalnızca, toplumu kapitalist sömürünün bayağılık ve alçaklıklarından tamamen
kurtarmak ve ileriye doğru sürekli gidişi sağlama bağlamak için zorunlu bir
basamaktır.
Toplumun bütün üyeleri, ya da hiç olmazsa
bunların büyük bir çoğunluğu, devleti kendileri yönetmeyi öğrendiği, işi kendi
ellerine aldığı, son derece küçük kapitalist azınlığı üzerinde, kapitalist
alışkanlıklarını korumada istekli küçük beyler ve kapitalizm tarafından iyiden
iyiye bozulmuş işçiler üzerinde denetimi "örgütlediği" andan
başlayarak, genel olarak her türlü yönetim zorunluluğu ortadan kalkmaya başlar.
Demokrasi ne kadar tam ise, gereksiz duruma geleceği an da o kadar yakındır.
Silahlı işçiler tarafından kurulan "devlet" ne kadar demokratik ise,
ne kadar "artık gerçek anlamda bir devlet değil" ise, tüm devlet de o
kadar çabuk sönmeye başlar.
Gerçekte, herkesin toplumsal üretimi
kendisi yönetmeyi öğreneceği ve gerçekten yöneteceği [sayfa 134] zaman,
herkesin kayıt-kuyut işlerine ve asalakların, haramzadelerin, üçkağıtçıların ve
başka "kapitalizm gelenekleri koruyucuları"nın kayıt ve denetimine
kendileri girişeceği zaman, tüm halk tarafından uygulanan bu kayıt ve bu
denetimden paçayı kurtarmak, her halde öylesine inanılmaz bir güçlükte ve
öylesine ender bir istisna durumunda olacaktır ki, bu kayıt ve denetimden
kurtulma çabası her halde öyle çabuk ve öyle sert bir ceza gerektirecektir ki,
(silahlı işçiler pratik bir yaşam anlayışına sahiptirler; onlar duygusal küçük
entellektüeller değildirler ve kendileriyle alay edilmesine asla izin
vermiyeceklerdir), tüm insan toplumunun yalın ama özsel kurallarına uyma
zorunluluğu, çabucak bir alışkanlık durumuna gelecektir.
Komünist toplumun birinci evresinden üst
evresine, ve, sonuç olarak, devletin tamamen sönmesine geçişi sağlayacak kapı,
o zaman ardına dek açılacaktır. [sayfa 135]
BÖLÜM VI
MARKSİZMİN
OPORTÜNİSTLER
TARAFINDAN
ALÇALTILMASI
Devletin toplumsal devrim ve toplumsal
devrimin de devlet karşısındaki tutumu sorunu, ayrıca genel olarak devrim
sorunu gibi, II. Enternasyonal'in (1889-1914) en gözde teorisyen ve yazarlarını
çok az ilgilendirdi. Ama, II. Enternasyonal'in 1914'te batmasına yolaçan
oportünizmin kerteli gelişmesi içinde en belirleyici olan şey, hatta bu sorun
kendisini apaçık bir biçimde ortaya koyduğu zaman bile, çevresinden dolaşarak
geçmeye çalışılması, ya da büsbütün bilmezlikten gelinmesiydi. Genel olarak,
proleter devrimin devlet karşısındaki tutumu sorununun savsaklanması
eğiliminin, oportünizm için elverişli olan ve onu besleyen bu eğilimin,
marksizmin çarpıtılması ve bütünsel alçaltılması sonucunu verdiği söylenebilir.
Bu
acıklı süreci, kısaca da olsa belirlemek için, marksizmin en gözde
teorisyenlerini, Plekhanov ve Kautski'yi ele alalım. [sayfa 136]
1.
PLEKHANOV'UN ANARŞİSTLER İLE POLEMİĞİ
Plekhanov, anarşizmin sosyalizm
karşısındaki tutumuna, 1894'te Almanca yayınlanan özel bir broşür ayırmıştır:
Anarşizm ve Sosyalizm.
Plekhanov bu konuyu, anarşizmde karşı
savaşımda en güncel, en ivedi ve siyasal bakımdan en özsel sorunu, yani,
devrimin devlet karşısındaki tutumu ve genel olarak devlet sorununu tamamen
atlayarak inceleme cambazlığını göstermiştir! Broşürü iki bölümdür: biri,
Stirner'in, Proudhon'un vb. düşünlerinin evrimi üzerine değerli bir
dokümantasyon kapsayan tarihsel-yazınsal bir bölüm; öteki, bir anarşisti bir
hayduttan ayırdetmenin olanaksızlığı üzerine, kötünün kötüsü usyürütmelerin
bulunduğu hepten hamkafa bir bölüm.
Konuların bu bağdaşımı, Plekhanov'un
Rusya'nın devrim öncesi ve devrimci dönemi sırasındaki tüm etkinliğinin en
eğlenceli ve en özellik belirtici yanıdır. Plekhanov, 1915'ten 1917'ye dek,
işte böyle göründü: siyasette burjuvazinin ardından sürüklenen yarı-doktriner,
yarı-hamkafa.
Marks ve Engels'in, anarşistlerle
yaptıkları tartışmalarda, devrimin devlet karşısındaki tutumu üzerine
görüşlerini, özellikle ve büyük bir özenle belirtmeye çalıştıklarını gördük.
Marks'in Gotha Programının Eleştirisi'ni 1891'de yayınladığı zaman, Engels
şöyle yazmıştı: "O anda bizler (yani Marks ve Engels) Enternasyonal'in[20]
(Birinci Enternasyonal) La Haye Kongresinden ancak iki yıl sonra, Bakunin ve
anarşistlerle savaşın göbeğinde bulunuyorduk."
Anarşistler, Paris Komünü'nü, kendi
öğretilerini doğrulayan, söz uygun düşerse, "kendilerine özgü" bir
şey olarak göstermeye çalışmışlardır. [sayfa 137] Ama onlar, Komün'ün verdigi
derslerden de, Marks'in Komün üzerindeki çözümlemesinden de hiçbir şey
anlamamışlardır. Eski devlet makinesini parçalamak gerekli midir ve onu neyle
değiştirmek gerekir, gibi somut siyasal sorunlar üzerinde, anarşistler,
yaklaşık biçimde de olsa, gerçeği yansıtan hiçbir şey söylememişlerdir.
Ama "anarşizm ve sosyalizm"
konusunu, devlet sorununu tamamen atlayarak, marksizmin Komün'den önce ve
Komün'den sonraki tüm gelişmesini dikkate almaksızın incelemek, kaçınılmaz bir
biçimde oportünizme sapmak demektir. Çünkü oportünizm için özellikle gerekli
olan şey, az önce belirttiğimiz iki sorunun hiç konmamış olmasıdır. Bu kadarı
bile, oportünizm için bir yengidir.
2.
KAUTSKY'NİN OPORTÜNİSTLER İLE POLEMİĞİ
Kautsky'nin yapıtları, Rusçaya, başka
hiçbir dile olmadığı kadar çok çevrilmiştir. Bazı Alman sosyal-demokratlarının,
şaka yollu, Kautsky'nin Rusya'da Almanya'dan çok okunduğunu söylemeleri boşuna
değildir. (Ayraç içinde belirtelim ki, bu şakada, bu şakayı yapanların aklına
bile gelmeyen derin bir tarihsel gerçek payı vardır. Rus işçileri, 1905'te,
dünyanın en iyi sosyal-demokrat yazınının en iyi yapıtlarını, o zamana dek
görülmemiş miktarda ısmarlayıp, bu yapıtların öteki ülkelerdeki çevirilerini ve
asıllarını çok sayıda elde ederek, daha ileri bir komşu ülkenin hatırı sayılır
deneyimini, söz yerindeyse, hızlı bir tempoyla bizim proleter hareketimizin
genç toprağı üzerine aktardılar.)
Kautsky, bizde, marksizm üzerine popüler
açıklamasıyla, ve özellikle, başta Bernstein olmak [sayfa 138] üzere,
oportünistlere karşı açtığı tartışma dolayısıyla tanınır. Bununla birlikte, pek
de iyi bilinmeyen, ama 1914-1915 büyük bunalımı sırasında Kautsky'nin o son
derece utanç verici kafa karışıklığına ve sosyal-şovenizmin savunmasına nasıl
kayabildiği çözümlenmek istenirse, üzerinde durulması gereken bir gerçek var.
Bu gerçek, oportünizmin Fransa (Millerand ve Jaures) ve Almanya'daki
(Bernstein) en gözde temsilcilerine karşı çıkmadan önce, Kautsky'nin çok büyük
kararsızlıklar göstermiş olmasıdır. 1901-1902 arasında Stuttgart'ta çıkan ve
devrimci proleter düşünleri savunan marksist Zarya[21] gazetesi, Kautsky ile
tartışmak, ve, onun 1900 Paris Sosyalist Enternasyonal Kongresine[22] önerdigi
melez, kaçamaklı ve oportünistlerle uzlaşıcı karar tasarısını "lastikli
karar" olarak adlandırmak zorunda kalmıştı. Karl Kautsky'nin, Bernstein'a
karşı savaşıma girişmeden önce daha az olmayan duraksamalarını gösteren
mektupları da Almanya'da yayınlanmış bulunuyor.
Çok daha önemli bir şey de şudur: şimdi,
Kautsky'nin marksizm karşısındaki son ihanetinin tarihini irdelerken, onun
oportünistlerle yaptığı tartışmada, özellikle devlet sorununda, sorunu koyma ve
inceleme biçiminde oportünizme doğru sürekli bir sapma saptıyoruz.
Kautsky'nin oportünizme karşı ilk önemli
yapıtını, Bernstein ve Sosyal-Demokrat Program adlı kitabını alalım. Kautsky,
bu kitapta Bernstein'ı inceden inceye çürütür. Ama ilginç olan şudur:
Bernstein, onu Erostrat biçimi
ünlüleştiren Sosyalizmin Öncülleri adlı kitabında, marksizmi
"blankicilik" ile suçlar. (O zamandan bu yana, Rusya'daki
oportünistler ve liberal burjuvalar tarafından, [sayfa 139] marksizmin devrimci
temsilcilerine, Bolşeviklere karşı bin kez ileri sürülen suçlamadır bu.) Adı
geçen kitabında, Bernstein, Marks'ın Fransa'da İç Savaş'ı üzerinde özellikle
durur; gördüğümüz gibi, Marks'ın Komün'den çıkan dersler üzerine görüşünü,
Proudhon'un görüşüyle boş yere birleştirmeye, özdeşleştirmeye çalışır.
Bemstein'in özellikle dikkatini çeken şey, Komünist Manifesto'nun 1872
önsözünde Marks'ın altını çizmiş olduğu sonuçtur. Marks bu önsözde şöyle der:
"İşçi sınıfı, devlet makinesini olduğu gibi ele geçirmek ve onu kendi
hesabına kullanmakla yetinemez."
Bu formül, Bernstein'ın o kadar
"hoşuna gider" ki, bunu tamamen çarpıtılmış oportünist bir anlamda
yorumlayarak, kitabında en az üç kez yineler.
Oysa görmüş olduğumuz gibi, Marks, işçi
sınıfı, tüm devlet makinesini parçalamak, yıkmak, berhava etmek (Sprengung,
patlama, —deyim Engels'indir) zorundadır demek ister. Oysa, Bernstein'a göre,
Marks bu sözcüklerle, işçi sınıfını, iktidarı ele geçiriş sırasında, çok
devrimci bir etkinliğe karşı, sözde uyarmış oluyordu.
Marks'ın düşüncesinin bundan daha bayağı,
daha utanç verici bir çarpıtılması düşünülemezdi.
Ve Kautsky, bu
"bernştayncılık"ı o inceden inceye çürütmesinde nasıl davranmıştır?
Kautsky, oportünistler tarafından
marksizmin bu noktasında yolaçılan çarpıtmayı derinliğine bir çözümlemeden
kaçınmıştır. Yalnızca, Marks'a göre, işçi sınıfının devlet makinesini olduğu
gibi ele geçirmekle yetinemiyeceğini, ama genel olarak onun üzerinde egemenlik
kurabileceğini doğrulayarak, Marks'ın İç Savaş'ına Engels'in yazdığı önsözden
yukarıda sözü geçen parçayı aktarmış, ve başka hiç [sayfa 140] bir şey
söylememiştir. Bernstein, Marks'a gerçek düşüncesinin tam tersini mi maletmiş,
Marks 1852'den başlayarak proleter devrime devlet makinesini
"parçalamak" görevini mi vermiş, —bütün bunlar üzerine Kautsky tek
söz söylemez.
Bunun sonucu, proleter devrimin görevleri
sorununda marksizmi oportünizmden temelden ayıran şey, Kautsky tarafından
elçabukluğuyla yokedilmiş olur!
Kautsky, Bernstein'a "karşı"
şöyle yazar: "Proletarya diktatorasi sorununun çözümü işini büyük bir
dinginlikle, geleceğe bırakabiliriz" (Almanca baskı, s. 172).
Bu, Bernstein'a karşı bir polemik değil,
aslında ona verilmiş bir ödün, oportünizm karşısında bir boyuneğmedir; çünkü şu
anda, oportünistler, proleter devrimin görevleriyle ilgili en önemli sorunların
"büyük bir dinginlikle geleceğe bırakılması"ndan başka bir şey istemiyorlar.
1852'den 1891'e dek, kırk yıl boyunca,
Marks ve Engels, proletaryaya devlet makinesini parçalamak zorunda olduğunu
öğrettiler. Ve Kautsky, 1899'da oportünistlerin bu noktada marksizme düpedüz
ihanetleri karşısında, bu makinenin parçalanması gerekli mi, değil mi sorununu
elçabukluğuna getirip, onun yerine bu parçalama işinin somut biçimleri sorununu
koyarak, bu somut biçimleri önceden bilemiyeceğimiz yolundaki o "söz
götürmez" (ve kısır) hamkafa gerçeği arkasına sığınır!
Proletarya partisinin, işçi sınıfını
devrime hazırlama görevi karşısındaki tutumlarında, Marks ile Kautsky arasında
derin bir uçurum vardır.
Kautsky'nin bir sonraki yapıtını, gene
büyük ölçüde oportünizmin yanlışlarını çürütmeye ayrılmış [sayfa 141] daha
olgun yapıtını ele alalım. Bu, Toplumsal Devrim üzerindeki broşürüdür. Yazar,
bu yapıtta, konu olarak özellikle "proleter devrim" ve "proleter
rejim" sorunlarını almıştır. Kautsky, nice değerli düşünler ileri sürer bu
broşürde; ama devlet sorununa gelince, işte o konuda susar. Broşürün her
yerinde devlet iktidarının fethinden sözedilir, ama işte o kadar; yani, devlet
makinesi yıkılmaksızın iktidarın fethini kabul ettiğine göre, yazar,
oportünistlere ödün veren bir formülü seçmiştir. Marks'ın 1872'de Komünist
Manifesto'nun programında bulunup da "eskimiş" olarak ilân ettiği
şeyi, Kautsky, 1902'de diriltir.
Broşür, "toplumsal devrimin
biçimleri ve silahları"na özel bir bölüm ayırır. Bu bölümde, hem siyasal
yığın grevi, hem iç savaş, hem de "modern bir büyük devletin, bürokrasi ve
ordu gibi egemenlik aletleri" incelenir; ama Komün'ün daha önce işçilere
verdiği dersler üzerine tek sözcük bile söylenmez. Engels'in, devlet
konusundaki "boş inana dayalı" saygıya karşı herkesten çok Alman
sosyalistlerini uyarmış olması, kuşkusuz bir rastlantı değildir.
Kautsky sorunu şöyle sunar: muzaffer
proletarya "demokratik programını gerçekleştirecektir"; ardından, bu
programın maddelerinin açıklanması gelir. Burjuva demokrasisi yerine proleter
demokrasisinin geçmesi üzerine 1871'in yeni olarak getirdiği şeye gelince,
bundan tek bir söz etmez. Kautsky, "ciddi" görünüşlü bayağılıkların
arkasına sığınır. şöyle:
"İktidara, güncel rejimin koşullari
içinde geçmeyeceğimiz kendiliğinden anlaşılır. Devrimin kendisi, bugünkü
siyasal ve toplumsal yapımızı [sayfa 142] değiştirmeye zamanı olacak, uzun
soluklu, çok derin savaşımları öngerektirir."
Bu elbette "kendiliğinden
anlaşılır"; tıpkı atların yulaf yemeleri ve Volga'nin Hazer Denizine
dökülmesi gibi. Ne var ki, "çok derin" bir savaşım üzerine boş ve
tumturaklı bir tümce yardımıyla, devrimci proletarya için canalıcı bir sorunun,
yapacağı devrimdeki "derinlik"in, daha önceki, proleter-olmayan
devrimlerden farklı olarak, devlet ve demokrasiye göre neye dayandığı sorununun
baştan savulması da cansıkıcı bir şeydir.
Bu sorunu baştan savarak, Kautsky,
gerçekte bu çok önemli nokta üzerinde oportünizme bir ödün verir: ona sözde
korkunç bir savaş açar, "devrim düşünü"nün önemini belirtir (ama
devrimden çıkan somut dersleri işçiler arasında yaymaktan korktuğu zaman bu
"düşün" kaç para eder); ya "her şeyden önce devrimci
idealizm" der, ya da, İngiliz işçilerinin bugün "artık
küçük-burjuvalardan başka bir şey olmadıklarını" bildirir.
Kautsky, şöyle yazar:
"Sosyalist toplumda çok çeşitli
işletme biçimleri birarada bulunabilirler: bürokratik(??), trade-unioncu
[sendikalist -ç.] kooperatif bireysei ... örneğin, demiryolları gibi,
bürokratik(??) bir örgütten vazgeçemiyecek işletmeler vardır. Burada,
demokratik örgütlenme, şu görünüme bürünebilir: işçiler, çalışma rejimini
düzenlemek ve bürokratik aygıtın işleyişini denetlemekle görevli bir tür
parlamento oluşturacak delegeleri seçebilirler. Bazı işletmeler işçi
sendikalarına verilebilirler; bazıları da kooperasyon ilkesine dayanabilirler"
(Cenevre'de 1903'te yayınlanmış Rusça çeviri, s. 148 ve 115).
Bu görüş biçimi yanlıştır; Marks ve
Engels'in, [sayfa 143]
Komün'den çıkan derslerden esinlenerek,
1870 ve 1880 yılları arasında yaptıkları açıklamalara göre bir gerilemeyi
gösterir.
Sözde "bürokratik" bir örgüt
zorunluluğu bakımından, demiryollarıyla genel olarak bütün büyük mekanize
sanayi işletmeleri arasında, herhangi bir fabrika, herhangi bir büyük mağaza,
herhangi bir büyük kapitalist tarım işletmesi arasında hiçbir ayrım yoktur.
Bütün bu işletmelerde, teknik, çok sıkı bir disiplin, herkesin kendi işini
zamanında yapmasında çok büyük bir titizlik ister; tersi durumda tüm işletme
durur, ya da makineler bozulur, ürünler ziyan olur. Bütün bu işletmelerde
işçiler, elbette "bir tür parlamento oluşturacak olan delegeleri
seçeceklerdir".
Ama burada önemli olan nokta, bu
"bir tür parlamento"nun, burjuva parlemanter kurumları anlamında bir
parlamento olmayacağıdır. Burada önemli olan nokta, bu "bir tür
parlamento"nun, düşüncesi burjuva parlamentarizminin çerçevesini aşmayan
Kautsky'nin düşündüğü gibi, "çalışma rejimini düzenlemek ve bürokratik
aygıtın işleyişini denetlemek" ile yetinmiyeceğidir. Kuşku yok ki,
sosyalist toplumda, işçi temsilcilerden kurulu "bir tür parlamento",
"çalışma rejimini düzenleyecek ve aygıt'ın işleyişini
denetleyecektir"; ama işte bu aygıt, "bürokratik" olmayacaktır.
İşçiler, siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra, eski bürokratik aygıtı
parçalayacak, temellerine dek yıkacak, onda taş üstünde taş bırakmayacak ve onu
işçi ve görevlileri kapsayan yeni bir aygıtla değiştireceklerdir. Bu işçi ve
görevlilerin bürokrat durumuna gelmelerini engellemek için, Marks ve Engels
tarafından enine boyuna incelenmiş olan önlemler hemen [sayfa 144] alınacaktır:
1) Her işe seçimle gelme, ama her an görevden geri alınabilme; 2) İşçinin
aldığından yüksek olmayan bir ücret; 3) Herkesin denetim ve gözetim işlerini
yapabilmesi, yani herkesin bir zaman için "bürokrat" durumuna gelmesi
ve bu yüzden kimsenin "bürokrat" olamaması için gerekli önlemlerin
hemen alınması.
Kautsky, Marks'ın şu sözlerinin anlamını
hiç düşünmemiştir: "Komün parlemanter bir örgenlik değil, aynı zamanda hem
yürütmeci, hem yasamacı, hareketli bir gövdeydi."
Kautsky, —(halk için olmayan) demokrasiyi
(halka karşı olan) bürokrasiye bağlayan— burjuva parlamentarizmi ile,
bürokrasiyi kökünden kazıyacak önlemleri hemen alacak, ve, bu önlemleri sonuna
dek, bürokratizmin tamamen yıkılmasına ve halk için bir demokrasinin tamamen
kurulmasına dek uygulayacak olan proleter demokratizm arasındaki ayrımı hiç mi
hiç anlamaştır.
Kautsky, burada, başka birçokları gibi,
devlet karşısında "boş inana dayanan bir saygı"nın, "boş inana
dayanan" bir bürokratizm "saygı"sının kanıtını verir.
Kautsky'nin oportünistlere karşı son ve
en yetkin yapıtına, İktidar Yolu adlı broşürüne geçelim (galiba bu broşürün
Rusçası yayınlanmadı, çünkü Rusya'da gericiliğin en güçlü olduğu bir zamanda,
1909'da çıktı). Bu broşür büyük bir ilerleme gösterir; çünkü, ne Bernstein'a
karşı yöneltilen 1899 broşürü gibi genel olarak devrimci programı inceler, ne
de 1902'deki Toplumsal Devrim broşürü gibi gerçekleşme çağından bağımsız olarak
toplumsal devrimin görevlerini; bizi "devrimler çağı"nın başladığını
kabule zorlayan somut koşulları inceler. [sayfa 145]
Yazar, açıkça, genel olarak sınıf
çelişkilerinin yeğinleşmesinden ve bu bakımdan özellikle önemli bir rol oynayan
emperyalizmden sözeder. Batı Avrupa için "1789'dan 1871'e dek uzanan
devrimci dönem"den sonra, 1905 yılı, Doğu için benzer bir dönem açar.
Dünya savaşı korkunç bir hızla yaklaşır. "Proletarya için artık zamansız
bir devrim sözkonusu olamaz." "Devrimci döneme girmiş
bulunuyoruz...... Devrimci çağ başlıyor."
Son derece açık sözler. Kautsky'nin bu
broşürü, Alman sosyal-demokrasisinin emperyalist savaştan önce olmaya söz
verdiği şey ile, savaş patladıktan sonra (Kautsky ile birlikte) düştüğü yer
arasında bir karşılaştırma yapılmasını olanaklı duruma getirir. Kautsky,
irdelenen broşürde şöyle yazıyordu: "Güncel durum, bir tehlike içeriyor:
bu tehlike, bizim (biz, Alman sosyal-demokratları), kolaylıkla gerçekte
olduğumuzdan daha ılımlı sanılmamızdır." Ama Alman Sosyal-Demokrat
Partisi'nin, gerçekte, göründüğünden çok daha ılımlı ve çok daha oportünist
olduğu ortaya çıkmış bulunuyor!
Devrimler çağının başladığını öylesine
bir kesinlikle ilân ettikten sonra, kendisinin de söylediği gibi, özellikle
"siyasal devrim" sorununun çözümleninesine ayrılmış bulunan bir
broşürde, Kautsky'nin, devlet sorununu gene büsbütün bir yana bırakması çok
dikkat çekicidir.
Bütün bu sorunu geçiştirme çabalarının,
bütün bu susma ve eveleme-gevelemelerin kaçınılmaz sonucu, birazdan üzerinde
duracağımız gibi, oportünizme tam bir katılma olmuştur.
Alman sosyal-demokrasisi, Kautsky'nin
ağzıyla, sanki şöyle haykırıyordu: devrimci görüşlerimi koruyorum (1899);
proleter toplumsal devrimin [sayfa 146] kaçınılmaz bir şey olduğunu kabul
ediyorum (1902); yeni bir toplumsal devrimler çağının başladığını kabul
ediyorum (1909). Ama, proleter devrimin devlet karşısındaki görevleri sorunu
ortaya çıkar çıkmaz , Marks'ın daha 1852'de söylediği şeye göre bir gerileme
yapıyorum (1912).
Kautsky'nin Pannekoek'le tartışması
sırasında, sorun işte böyle açıkça ortaya konmuş olur.
3.
KAUTSKY'NİN PANNEKOEK İLE POLEMİĞİ
Kautsky'nin hasmı olan Pannekoek,
saflarında Rosa Luxembourg, Karl Radek ve daha başkalarını toplayan
"radikal sol" eğilimin temsilcilerinden biriydi. Devrimci taktik
öneren radikal sollar, Kautsky'nin ilkelerden yoksun "merkezci" bir
tutum kabul ettiğini ve marksizmle oportünizm arasında sallandığını kabul
etmekte birleşiyorlardı. Haksız yere marksist adı verilen "merkezci"
ya da "kautskist" denilen eğilim tüm çirkin yoksulluğuyla ortaya
çıkınca, bu değerlendirmenin doğruluğunu savaş tamamen tanıtladı.
Pannekoek, başka şeyler arasında devlet
sorununu da inceleyen "Yığın Eylemi ve Devrim" (Neue Zeit, 1912, XXX,
2) adlı yazısında Kautsky'nin durumunu "pasif bir radikalizm" olarak,
"hareketsiz bir bekleme teorisi" olarak tanımlıyordu. "Kautsky
devrim sürecini görmek istemiyor" (s. 616). Pannekoek, sorunu bu biçimde
koyarak, bizi ilgilendiren konuya, proleter devrimin devlet karşısındaki
görevleri konusuna değiniyordu:
"Proletaryanın savaşımı, diye
yazıyordu Pannekoek, yalnızca burjuvaziye karşı devlet iktidarı için bir
savaşım değildir; aynı zamanda devlet [sayfa 147] iktidarına karşı bir
savaşımdır da... Proleter devrim, devlet gücünün aletlerini parçalamaya ve
onları proletarya gücünün aletleriyle ortadan kaldırmaya (Auflösung, harfiyen:
yoketmek, dağıtmak) dayanır... Savaşım, ancak nihai sonuç alındığı anda, ancak
devlet örgütü tamamen yıkıldığı anda biter. Çoğunluk örgütü, egemen azınlık
örgütünü yokederek, üstünlüğünü tanıtlar" (s. 548).
Pannekoek'ün düşüncesini büründürdüğü
formülde büyük yanlışlar var. Bununla birlikte düşün açıktır; ve Kautsky'nin bu
düşünü nasıl çürütmeye çalıştığını görmek ilginçtir.
Kautsky, şöyle yazar:
"Şimdiye dek, sosyal-demokratlarla
anarşistler arasındaki karşıtlık, sosyal-demokratların devlet iktidarını ele
geçirmek, anarşistlerinse onu yıkmak istemelerinden ibaretti. Pannekoek ikisini
birden istiyor" (s. 724).
Pannekoek'ün açıklaması, açıklık ve
belirginlikten yoksundur (yazısının, üzerinde durulan konuyla ilgili olmayan
başka yanlışlarını bir yana bırakıyoruz); ama Kautsky, Pannekoek tarafından
ortaya konmuş bulunan ilke sorununu ele almış, ve bu çok önemli ilke sorununda,
oportünizmin göbeğine geçmek için, marksizm konumlarını büsbütün bırakmıştır.
Kautsky'nin sosyal-demokratlarla anarşistler arasında kurduğu ayrım tamamen
yanlıştır; marksizm kesin olarak çarpıtılmış ve alçaltılmıştır.
Marksistleri anarşistlerden ayırdeden
şeyler şunlardır:
1) Marksistler, devleti tamamen ortadan
kaldırmak istemekte devam ederek, bunun ancak [sayfa 148] sosyalist devrimle
sınıfların ortadan kalkmasından sonra, devletin yokolmasına götüren sosyalizmin
kuruluşu sonucu olarak, gerçekleşebilir bir şey olduğuna inanırlar;
anarşistlerse, bunu olanaklı duruma getiren koşulları anlamaksızın, devletin
bugünden yarına tamamen ortadan kalkmasını isterler.
2) Marksistler, proletarya için, siyasal
iktidarı ele geçirdikten sonra, eski devlet makinesini tamamen yıkmanın ve onu
silahlı işçilerin Komün örneğine göre örgütlenmesine dayanan yeni bir devlet
makinesiyle değiştirmenin zorunlu bir şey olduğunu söylerler; anarşistler ise,
devlet makinesinin yıkılmasından yana olmakla birlikte, proletaryanın onu ne
ile değiştireceğini ve devrimci iktidarı nasıl kullanacağını ancak çok belirsiz
bir biçimde düşünürler; onlar devlet iktidarının devrimci proletarya tarafından
kullanılmasını yadsımaya dek, devrimci diktatorayı yadsımaya dek giderler.
3) Marksistler, çağcıl devletten
yararlanarak, proletaryanın devrime hazırlanmasını isterler; anarşistler ise
böyle bir davranışa karşıdırlar.
Bu polemikte, Pannekoek, Kautsky'ye karşı
marksizmi temsil etmiştir; çünkü Marks, açıkça, proletaryanın devlet iktidarını
ele geçirmekle yetinemiyeceğini (eski devlet aygıtının yalnızca başka ellere
geçmekle kalmaması anlamında), ama bu aygıtı kırmak, parçalamak ve onu bir
yenisiyle değiştirmek zorunda da olduğunu öğretmiştir.
Kautsky, oportünizm yararına marksizmi
bırakır; çünkü devlet makinesinin parçalanmasını, oportünistler için kabulü
olanaksız olan bu şeyi apaçık bir biçimde elçabukluğuna getirir, ve böylece
oportünistlere devletin "fethi"ni basit bir çoğunluk [sayfa 149]
sağlamak olarak yorumlama olanağını veren bir kaçamak yolu bırakır.
Marksizmin bu çarpıtılmasını gözlerden
saklamak için, Kautsky, iyi bir açımlayıcı olarak davranır: Marks'ın bir
"alıntı"sından yola çıkar. Marks, 1850'de "devletin elleri
arasında kararlı bir güç toplanması"nı öneriyordu. Buna dayanarak Kautsky
bayram eder: Pannekoek "merkeziyetçiliği" yıkmak istemiyor muydu?
Basit bir hokkabazlık; merkeziyetçiliğe
yeğ tutulan federasyon üzerindeki görüşlerinde, marksizm ile prudonculuğu
özdeşleştiren Bernstein'ın oyununu anımsatan basit bir hokkabazlık.
Kautsky'nin "alıntı"sı, çorbaya
düşmüş saça benzer. Merkeziyetçilik, eski devlet makinesiyle olduğu gibi,
yenisiyle de olanaklıdır. Eğer işçiler, kendi silahlı güçlerini özgürce
birleştirirlerse, bu, merkeziyetçilik olacaktır; ama bu merkeziyetçilik,
merkezi devlet aygıtının, sürekli ordunun, polisin, bürokrasinin "tamamen
yıkılması" üzerine dayanacaktır. Kautsky, Marks ve Engels'in Komün üzerine
iyi bilinen düşüncelerini atlayarak, sorunla hiçbir ilgisi olmayan bir alıntıyı
bulup çıkartacak kadar dürüstlüğge aykırı bir biçimde davranır.
Ve, şöyle yazar:
"... Acaba Pannekoek memurların kamu
görevlerini mi ortadan kaldırmak istiyordu? Ama devlet yönetimi şöyle dursun,
biz ne parti ne de sendikalar örgütünde memurlardan vazgeçebiliriz.
Programımız, devlet memurlarının kaldırılmasını değil, halk tarafından
seçilmelerini ister... Şimdi bizde sözkonusu olan şey 'geleceğin devleti'ndeki
yönetim aygıtının hangi biçime bürüneceğini bilmek değil, bizim siyasal
savaşımımızın devlet iktidarını, [sayfa 150] biz bu iktidarı ele geçirmeden
önce, yıkıp yıkmayacağını (auflösung, harfiyen: yokedecek, dağıtacak) bilmektir
['biz bu iktidarı ele geçirmeden önce'nin altı Kautsky tarafından çizilmiştir].
Memurlarıyla birlikte ortadan kaldırılabilecek bakanlık hangisidir? (Kautsky,
eğitim, adalet, maliye, savunma bakanlıklarını sayar.) Hayır, güncel
bakanlıkların içinde, hükümete karşı olan siyasal savaşımımız tarafından
ortadan kaldırılacak tek bakanlık yoktur... Yanlış anlamalardan kaçınmak için,
yineliyorum: sözkonusu olan, muzaffer sosyal-demokrasinin "gelecekteki
devlet"e hangi biçimi vereceğini bilmek sözkonusu olan, bizim
muhalefetimizin devleti nasıl dönüştüreceğini bilmektir" (s. 725).
İşte bu gerçek bir hokkabazlıktır.
Pannekoek, belgin devrim sorununu koyuyordu. Yazısının başlığı ve aktarılan
parçalar bunu açıkça gösterir. Kautsky, "muhalefet" sorununa
sıçrayarak, devrimci bakış açısını yerine, oportünist bakış açısını koymaktan
başka bir şey yapmaz. Usyürütmesi şöyle özetlenebilir: şimdi, muhalefet;
iktidarın elde edilmesinden sonra, bir çare düşünülecek. Devrim yokoluyor!
Oportünistlerin istediği şeyin ta kendisidir bu.
Sözkonusu olan şey, ne muhalefet, ne de
genel olarak siyasal savaşımdır; sözkonusu olan şey, düpedüz devrimdir. Devrim
de şuna dayanır: Proletarya, "yönetim aygıtı"nı ve tüm devlet
aygıtını yıkar ve onun yerine silahlı işçiler tarafından oluşturulan bir
yenisini koyar. Kautsky, "bakanlıklar" için "boş inana dayalı
bir saygı" gösteriyor; ama işçi ve asker temsilcilerinin egemen ve son
derece güçlü Sovyetleri yanında ve bu Sovyetlere bağlı [sayfa 151] uzmanlardan
kurulu komisyonlar, neden bu bakanlıklar yerine geçmesinler?
Önemli olan, "bakanlıklar"ın
kalıp kalmıyacağını, ya da bunların "uzman komisyonları", ya da başka
örgütlerle değiştirilip değiştirilmeyeceğini bilmek degildir; bunun hiçbir
önemi yoktur. Önemli olan, (binlerce bağla burjuvaziye bağlı ve tamamen görenek
ve tutuculuk etkisinde bulunan) eski devlet makinesinin korunup korunmayacağı,
ya da yıkılıp bir yenisiyle değiştirilip değiştirilmeyeceğidir. Devrim, yeni
sınıfın eski devlet makinesi yardımıyla buyurup yönetmesine değil, ama eski
devlet makinesini parçaladıktan sonra, yeni bir makine yardımıyla buyurup
yönetmesine yolaçmalıdır: Kautsky'nin elçabukluğuna getirdiği, ya da hiç
anlamadığı şey, işte marksizmin bu temel düşünüdür.
Memurlara ilişkin sorusu açıkça gösterir
ki, Kautsky ne Komün'den çıkan dersleri anlamıştır ne de Marks'ın ögretisini.
"...Biz ne parti, ne de sendikalar örgütünde memurlardan
vazgeçebiliriz..."
Biz, kapitalist rejimde, burjuvazinin
egemenliği altında, memurlardan vazgeçemeyiz. Proletarya, kapitalizm tarafından
ezilmiş, çalışan yığınlar köleleştirilmiştir. Kapitalist rejimde demokrasi,
yığınların ücretli köleliği, yoksulluk ve sefaletinin yarattığı bu çevre içinde
daralmış, sıkışmış, budanmış ve sakatlanmıştır. İşte bu nedenle, ama yalnızca
bu nedenle, bizim siyasal ve sendikal örgütlerimizdeki memurlar kapitalist
çevre tarafından bozulmuşlardır (ya da daha doğrusu bozulmaya eğilimlidirler)
ve bürokratlar durumuna, yani ayrıcalıklı, yığınlardan kopmuş ve onlar üzerinde
yer alan kimseler durumuna dönüşme eğilimini gösterirler. [sayfa 152]
Bürokratizmin özü, işte buradadır.
Kapitalistler mülksüzleştirilmedikçe, burjuvazi alaşağı edilmedikçe, proletarya
memurlarının bile belirli ölçüde "bürokratlaşmaları" kaçınılmaz bir
şeydir.
Kautsky, kısacası, şöyle der: mademki,
seçilmiş kamu görevlileri olacak, öyleyse sosyalist rejimde de memurlar ve bir
bürokrasi olacaktır! İşte yanlış olan da budur. Marks, Komün örneğiyle
göstermiştir ki, kamu görevlileri, sosyalist rejimde, seçimle iş başına
gelmeleri bir yana, ayrıca her an görevden geri alınabildikleri, ayrıca
maaşları ortalama bir işçi ücreti düzeyine indirildiği, ve üstelik, parlemanter
kuruluşlar yerine "hareketli", "aynı zamanda hem yürütmeci hem
de yasamacı" topluluklar geçtiği ölçüde, "bürokrat" olmaktan,
"memur" olmaktan çıkarlar.
Gerçekte, Kautsky'nin Pannekoek'e karşı
tüm kanıtlaması, hele özellikle, parti örgütlerinde olsun, sendikal örgütlerde
olsun, memurlardan vazgeçemiyeceğimiz yolundaki o hayranlık verici kanıtı,
onun, Bernstein'ın genel olarak marksizme karşı eski "kanıtlar"ını
benlmsediğini gösterir. Bernstein, Sosyalizmin Öncülleri adlı döneklik
kitabında, "ilkel" demokrasi düşününe karşı, "doktriner
demokratizm" dediği: emredici vekâlete, ücretsiz memuriyete, iktidarsız
merkezi temsile vb. karşı, savaşa girişir. Bu "ilkel" demokrasinin
başarısızlığını tanıtlamak için, Bernstein, İngiliz trade-unionlarının,
karı-koca Webb'ler tarafından yorumlanan deneyinden yardım umar. Sözümona
"tam bir özgürlük içinde" (Almanca baskı, s. 137) evrimlenmiş bulunan
trade-unionlar, gelişmelerinin yetmiş yılı içinde, ilkel demokrasinin
etkisizliğine inanmışlarmış da onun yerine bürokratizme bağlı bildiğimiz [sayfa
153] parlamentarizmi geçirmişlermiş.
Gerçekte, trade-unionlar, "tam bir
özgürlük içinde" değil, ama, egemen kötülüğe, zora, yalana, yoksulların
"yüksek" yönetimden elenmesine ödünler verilmesinden, kuşkusuz
"kaçınılamayacak" olan tam bir kapitalist kölelik içinde
gelişmişlerdir. Sosyalist rejimde, "ilkel" demokrasinin birçok
yönleri zorunlu olarak yeniden canlanacaktır; çünkü, uygar toplumların
tarihinde ilk kez olarak, halk yığını, yalnızca oylama ve seçimlere değil,
günlük yönetime de özerkli bir katılma düzeyine yükselecektir. Sosyalist
rejimde herkes sırayla yönetecek, ve kimsenin yönetmemesine çabucak
alışacaktır.
Dahice çözümleme ve eleştiri zekâsı ile,
Marks, Komün'ün pratik önlemlerinde, oportünistlerin alçaklıkları ve
burjuvaziyle kesin olarak bozuşmayı reddetmeleri yüzünden, o kadar korktukları
ve kabul etmek istemedikleri; anarşistlerinse, ya aşırı ivecenlikleri, ya da
büyük toplumsal dönüşümlerin içlerinde oluştukları koşulları genel olarak
anlayamayışları yüzünden görmek istemedikleri bu dönüm noktasını görmüştür.
Hamkafalık iliklerine işlemiş ve, aslında devrime ve onun yaratıcı gücüne
inanmak şöyle dursun, devrimden ödü patlayan (bizim Menşevikler ile
Devrimci-Sosyalistlerin de ödlerinin patladığı gibi) oportünist: "Eski
devlet makinesini yıkmayı düşünmemeli bile; bakanlardan ve memurlardan nasıl
vazgeçebiliriz?" diye usyürütür.
Anarşist ise: "Yalnızca eski devlet
makinesini yıkmayı düşünmek gerekir; daha önceki proleter devrimlerden çıkan
somut dersleri derinleştirmek ve yıkılan şeyin yerine neyin ve nasıl konacağını
çözümlemek yararsızdır" diye usyürütür (anarşistlerin [sayfa 154] en iyisi
elbette, yoksa Kropotkin ve hempalarını izleyerek, burjuvazinin ardından
sürükleneni değil); bu nedenle, anarşist, somut, gözüpek, sert, ama aynı
zamanda yığın hareketinin pratik koşullarını da hesaba katan devrimci bir
etkinliğe değil, umutsuzluk taktiğine varır.
Marks, bu iki yanılgıdan da kaçınmayı
—bir yandan, eski devlet makinesinin bütünsel yıkılmasında en büyük gözüpekliği
göstermeyi, öte yandan sorunu somut bir biçimde koymayı— öğretir: Komün, daha
büyük bir demokrasi sağlamaya ve bürokratizmin kökünü kazımaya yönelen şu şu
önlemleri alarak, birkaç haftada, yeni, proleter, şu ve şu biçimde davranan bir
devlet makinesi kurmaya başlayabilmiştir. Öyleyse, Komüncülerden devrimci
gözüpekliği öğrenelim, onların pratik önlemlerinde, pratik bakımdan ivedi ve
hemen gerçekleştirilmesi olnaklı bir önlemler taslağı görmeye çalışalım;
bürokratizmi büsbütün yıkmaya, ancak böyle, bu yolu izleyerek ulaşabiliriz.
Sosyalizm, işgününü kısaltarak, yığınları
yeni bir yaşama yükselterek, halkın büyük bölümünü, istisnasız herkese
"kamu görevleri" yapmasını sağlayan koşullara kavuşturacaktır
—bürokratizmin bu yıkılması olanağını güvence altına alan şey, işte budur. Ve
genel olarak, her türlü devletin büsbütün sönmesine yolaçacak olan şey de, işte
budur.
"... Yığın grevinin rolü, diye
sürdürür Kautsky, hiçbir zaman devlet iktidarini yıkmak değil, ama yalnızca
hükümeti belli bir sorun üzerinde ödünlere hazırlamak, ya da proletaryaya
düşman bir hükümet yerine, proletaryanın gereksinimlerini karşılamaya çalışan
(entgegenkommende) bir hükümet geçirmek olabilir... Ama bu (yani proletaryanın
[sayfa 155] kendine düşman hükümet üzerindeki zaferi), hiçbir zaman ve hiçbir
durumda, devlet iktidarının yıkılmasına götüremez; bundan, devlet iktidarı
içinde güçler dengesinin belli bir yer değiştirmesinden (Verschiebung) başka
bir sonuç çıkamaz... Öyleyse, bizim siyasal savaşımımızın ereği, gene geçmişte
olduğu gibi, parlamentoda çoğunluğun kazanılması ile devlet iktidarının ele
geçirilmesi ve parlamentonun hükümetin efendisi durumuna dönüştürülmesi olarak
kalır." (s. 726, 727, 732).
İşte, en arı ve en yavan oportünizm;
sözde devrimci kalarak, gerçekte devrimden vazgeçmenin ta kendisi. Kautsky'nin
düşüncesi, "proletaryanın gereksinimlerini karşılamaya çalışan bir
hükümet"ten öteye gitmez, Komünist Manifesto'nun "proletaryanın
egemen sınıf olarak örgütlenmesi"ni ilân ettiği 1847'ye göre, hamkafalığa
doğru atlımış bir geri adımdır bu.
Böylece Kautsky, hepsi de
"proletaryanın gereksinimlerini karşılamaya çalışan" bir hükümet için
savaşımda oybirlikli olan Scheidemann'lar, Plekhanov'lar, Vandervelde'ler ile
çok sevdiği "birlik"i gerçekleştirme düzeyine düşecektir.
Bize gelince, biz bu sosyalizm dönekleriyle
selamı-sabahı kesecek ve, silahlı proletaryanın kendisinin hükümet durumuna
gelmesi ereğiyle, tüm eski devlet makinesinin yıkılması için savaşacağız.
"İki büyük ayrım"dır bu.
Kautsky, hepsi de oportünistler
tarafından kabul edilebilecek, hiçbiri parlemanter burjuva cumhuriyet çerçevesi
dışına çıkmayan çok soylu erekler olan, "devlet iktidarı içinde güçler
dengesinin bir yer değiştirmesi" için, "parlamentoda çoğunluğun
kazanılması ve parlamentonun hükümetin [sayfa 156] dediği dedik efendisi durumuna
dönüştürülmesi" için savaşmaktan daha iyi bir şey istemeyen Legien ve
David'lerin, Plekhanov, Potresov, Çereteli ve Çernov'ların o hoş arkadaş
topluluğu içinde kalacaktır.
Bize gelince, biz oportünistlerle
selamı-sabahı keseceğiz; ve bilinçli proletarya, "güçler dengesinde bir
yer değiştirmek" için değil, ama burjuvazinin alaşağı edilmesi için,
burjuva parlamentarizminin yıkılması için, Komün tipi bir demokratik cumhuriyet
ya da bir İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri Cumhuriyeti için, proletaryanın
devrimci diktatorası için, savaşımda tümüyle bizimle birlikte olacaktır.
* * *
Uluslararası sosyalizm, Kautsky akımından
daha sağda yer alan akımları da kapsar: Almanya'da Aylık Sosyalist
Defterler[23] (Legien, David, Kolbe ve İskandinavyalı Staunning ve Branting
dahil, daha birçokları); Fransa ve Belçika'da Jaures yandaşları ve Vandervelde;
[İtalya'da -ç.] Turati, Trèves, ve İtalyan partisi sağ kanadının öteki
temsilcileri; İngiltere'de Fabian'lar ve "bağımsızlar" (gerçekte her
zaman liberallerin egemenliği altında bulunan "Independent Labour
Party")[24] vb.. Parlemanter etkinlik içinde ve parti yayınlarında önemli
ve çoğunlukla egemen bir rol oynayan bütün bu baylar, proletarya diktatorasını
açıkça yadsırlar ve kılık değiştirmemiş bir oportünizm uygularlar. Bu baylara
göre, proleterya "diktatora"sı, demokrasiyle çelişir! Gerçekte, bu
efendileri küçük-burjuva demokratlardan ayırdeden ciddi hiçbir şey yoktur.
[sayfa 157]
Bundan dolayı, II. Enternasyonal'in,
resmi temsilcilerinin büyük çoğunluğu bakımından, boydanboya oportünizme
battığı sonucunu çıkartmakta haklıyız. Komün deneyi yalnızca unutulmakla
kalmamış, ayrıca bozulmuştur da. İşçi yığınlarına, harekete geçmek, eski devlet
makinesini parçalayıp onun yerine bir yenisini koymak, ve böylece, kendi
siyasal egemenliklerini toplumun sosyalist dönüşümünün temeli yapmak gerekeceği
anın yaklaştığı inancını aşılamak yerine, bunun tam tersi telkin ediliyor, ve
"iktidarın fethi" oportünizme binlerce gedik açık kalacak biçimde
sunulmuş bulunuyordu.
Proleter devrimin devlet karşısındaki
tutumu sorununun çarpıtılması ve bu sorun yöresindeki susku komplosu,
emperyalist yarışma sonucu güçlendirilmiş bir askeri aygıtla donaltılmış
bulunan devletlerin, İngiltere ya da Almanya'dan, İngiliz mali sermayesi ya da
Alman mali sermayesinden hangisinin dünya üzerinde egemen olacağını kararlaştırmak
için, milyonlarca insanı yokeden savaşçı canavarlar durumuna gelmiş
bulundukları bir sırada, büyük bir rol oynamaktan geri kalamazdi.*
________________________________________
* Elyazmasında daha sonra şunlar
yazılıdır:
BÖLÜM VII
1905 ve 1917
RUS DEVRİMLERİ DENEYİMİ
Bu bölümün başlığında belirtilen konu o
kadar geniştir ki, bu konuda ciltlerce kitap yazılabilir, yazılmaktadır da. Bu
broşürde, elbette ki, kazanılan deneyimin, devrim sırasında proletaryanın
devlet iktidan karşısındaki görevleriyle doğrudan ilgili en önemli dersleriyle
yetinmemiz gerekecektir. (Elyazması burada biter.)[sayfa 158]
BİRİNCİ
BASKIYA SONSÖZ
Bu broşür 1917 Ağustos ve Eylülünde
yazılmıştır. Son bölümün, "1905 ve 1917 Rus Devrimleri Deneyimi"
başlığını taşıyan VII. bölümün planını daha önce kararlaştırmıştım. Ama, başlık
dışında, 1917 Ekim Devriminin öngününü belirleyen siyasal devrim tarafından
"engellenmiş" olarak, bu bölümün bir tek satırını bile yazacak vaktim
olmadı. Böylesine bir "engel"den yalnızca kıvanç duyulabilir. Ama bu
broşürün ("1905 ve 1917 Rus Devrimleri Deneyimi"ne ayrılmış) ikinci
fasikülü, kuşkusuz çok daha sonraya bırakılacak; "bir devrim deneyi"
yapmak, o konuda yazmaktan daha güzel ve daha yararlıdır.
Yazar
Petrograd
30 Kasım 1917
[sayfa 159]
________________________________________
Dipnotlar
[21*] Bu
parça, ikinci baskı sırasında eklenmiştir.
[31*]
Erostrat, ün kazanmak için, M.Ö. 356'da, dünyanın yedi harikasından biri
sayılan Efes'teki Diana tapınağını yakan kişinin adıdır. İslam tarihinde, ün
kazanmak için zemzem kuyusuna işeyen kişi, Ebu Bevvab da, bu türden ünlüler
arasında sayılır. -ç.
[41*] Bu para, nominal kurdan
2.400 ruble dolaylarındadır, cari kurdan ise 6.000 ruble kadar tutar. Devletin
tümü bakımından en çok 6.000 ruble —yeterli tutar— yerine örneğin belediyelerde
9.000 rublelik maaşlar öneren Bo1şevikler, bağışlanmaz bir yanlışlıkta
bulunuyorlar.
[42*] Emredici vekalet.
Seçilenin, kendisine vekalet verenlerin yönergesi yönünde davrandığı, o yönde
oy kullandığı siyasal temsil sistemi. -ç.
[43*]
Wolksstaat (halk devleti) içinde ele alınmış uluslararası nitelikte
konular.
[51*]
Shylock, Shakespeare'in "Venedik Taciri" adlı komedisinin açgözlü ve
acımasız tefecisidir. -ç.
[52*] Devlet,
başlıca görevlerini, işçilerin kendileri tarafından yapılan böylesine bir kayıt
ve bu tür bir denetime indirgediği zaman, "siyasal devlet" olmaktan
çıkar: "kamu görevleri siyasal niteliklerini yitirir ve basit yönetsel
görevler durumuna dönüşürler." (Bakınız: Yukarıda, Bölüm IV. paragraf 2,
s. 85. "Engels'in Anarşistler ile Polemiği")
AÇIKLAYICI
NOTLAR
[1] Devlet ve
Devrim, Lenin tarafından, 1917 Ağustos-Eylül ayları içinde yazılmıştır. Lenin,
1916'nın ikinci yarısından itibaren, devlet sorunun teorik bir irdeleme
zorunluluğunu belirtiyordu. Gene bu dönemde, Gençlik Enternasyonali başlıklı
bir yazı yazdı (bk: Eserler, c. 23, s. 179-183). Bu yazıda, Bukharin'in devlet
sorunu üzerindeki anti-marksist tutumunu eleştiriyor ve marksizmin devlet
karşısındaki tutumu üzerine ayrıntılı bir yazı yazmayı vaadediyordu.
Kollontay'a yazdığı 17 Şubat 1917 tarihli bir mektupta, Lenin, bu sorun üzerine
gerekli dokümantasyon toplama işini hemen hemen tamamladığını bildirir. Bu
mektupta sözkonusu edilen şey, Marksizm ve Devlet başlığını taşıyan mavi kaplı
bir defter içine ince ve sık bir yazıyla kopya edilmiş gereçtir. Karl Marks ve
Friedrich Engels'in yapıtlarından alınmış alıntılar, Kautsky, Pannekoek ve
Bernstein'ın kitaplarından alınmış parçalar, Lenin'in eleştirici düşünceleri,
çıkardığı sonuç ve genellemelerle birlikte, bu defterde biraraya getirilmiştir.
Devlet ve Devrim yedi bölümden meydana
gelecekti; ama VII. bölüm, "1905 ve 1917 Rus Devrimleri Deneyimi" hiç
yazılmadı; bu bölümden, yalnızca inceden inceye hazırlanmış bir plan kaldı (bk:
Lenin toplu yapıtları, XXI, 1933, s. 25-26). Yapıtının yayınlanmasıyla ilgili
olarak yayıncıya gönderdiği bir mektupta, Lenin "... eğer yedinci bölüm
için fazla gecikmişse, ya da bu bölüm kitabı fazla kalınlaştıracaksa, ilk altı
bölümün ayrı olarak, birinci fasikül olarak yayınlanması gerekeceğini"
yazmıştı.
Elyazmasının ilk sayfasında "F.F.
İvanovski" takma adı bulunur. Lenin, kitabını bu takma ad altında
yayınlamayı düşünüyordu: yoksa Geçici Hükümet kitabı toplatabilirdi. Yapıt
ancak 1918'de yayınlanabildi için takma ada gerek kalmadı. Kitabın, ikinci
bölüme Lenin tarafından eklenmiş yeni bir parçayı, "Marks Sorunu 1852'de
Nasıl Koyuyordu?" adlı parçayı da içeren bir ikinci baskısı, 1919'da
yayınlanmıştır.
[2]
Fabian'lar, İngiltere'de bir entellektüel burjuvalar grubu tarafından kurulmuş
(1884), aşırı derecede reformist ve oportünist "Fabian Derneği"
üyeleri. Derneğe, kesin çarpışmalardan kaçınmaya dayanan sakıntılı taktiği
nedeniyle, kendisine Cunctator (uygun zaman bekleyerek oyalıyan) lâkabı takılan
Romain Fabius'un adı verilmişti. Lenin, Fabian Derneği için, bu dernek
"oportünizmin ve liberal işçi politikasının en yetkin dışavurumu"ydu
der. Fabian'lar, proletaryayı sınıf savaşımından saptınıyor, kapitalizmden
sosyalizme reformlar yardımıyla, barışçı, kerteli bir geçışi salık
veriyorlardı. Emperyalist dünya savaşı sırasında (1914-1918), Fabianlar sosyal-şovenizm
tutumunu benimsediler. Fabian'ların içyüzünü anlamak için, Lenin'in
yapıtlarında özellikle şu yazılara bakmak gerekir: "J. Becker, J.
Dietzgen, F. Engels, K. Marks, vb. den, F. A. Sorge ve başka kimselere
Mektuplar" adlı kitabın Rusça çevirisine "Önsöz"; Rus Devriminde
Sosyal-Demokrasinin Tarımsal Programı"; "İngiliz Barışçılığı ve
İngilizlerin Teori Hoşlanmazlığı."
[3] Bakınız:
F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, Ankara
1976, s. 217.
[4] Bakınız:
F. Engels, Anti-Dühring, Sol Yayinlan, Ankara 1977 s. 443-444.
[5] Gotha
Programı, 1875 Gotha Kongresinde, o zamana kadar ayrı kalmış Eisenachçılarla
Lassallecıların birleşmesi sırasında kabul edilen Alman Sosyalist İşçi Partisi
programı. Bu program iyiden iyiye oportünist bir nitelik taşıyordu; çünkü bütün
önemli sorunlar üzerinde Eisenachçılar Lassallecılara ödün vermiş ve
Lassalle'ın formüllerini kabul etmişlerdi. Marks ve Engels, Gotha Programını
sıkı bir eleştiriden geçirdiler.
[6] Bakınız:
K. Marks, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, Ankara 1975, s. 182-183.
[7] Bakınız:
K. Marks - F. Engels, Komünist Manifesto, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara,
1976, s. 8.
[8] Bakınız: K. Marks, Louis
Bonapart'ın 18 Brumaire'i. Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 129-130.
[9] Die Neue Zeit [Yeni
Zamanlar], Alman Sosyal-Demokrasisinin organı; Stuttgart'ta 1883-1923 arasında
yayınlanmış bulunan dergi. Neue Zeit, 1885-1895 arasında, Engels'in yazılarını
yayınlamıştır. Bu yazılar, dergi yazarlarına çoğunlukla yol gösteriyor, ve marksizmden
saptıklan zaman, onları acımasızca eleştiriyordu. Engels'in ölümünden sonra, 90
yıllarının ikinci yarısından itibaren, dergi sistemli olarak revizyonist
yazılar yayınladı. Emperyalist dünya savaşı (1914-1918) sırasında, merkezci,
Kautskist bir tutumu benimsedi ve sosyal-şovenleri destekledi.
[10] Bakınız: K. Marks - F.
Engels, Komünist Manifesto, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara, 1976, s.
51.
[11] Bakınız: K. Marks,
Fransa'da İç Savaş. 1871, Marks,
Engels, Lenin: Paris Komünü Üzerine içinde, Sol Yayınları, 1977 Ankara, s.
99-100
[12] Dielo
Naroda [Halkın Davası], Devrimci-Sosyalist Partinin günlük gazetesi. Birkaç kez
ad değiştirerek. Mart 1917'den Hazıran l918'e kadar Petrograd'da yayınlandı.
Ekim 1918'de Samara'da (üç sayı) ve Mart 1919'da Moskova'da (on sayı) yeniden
yayınlandı. Sonra karşı-devrimci faaliyeti yüzünden yasaklandı.
[13] Bakınız:
F. Engels, Konut Sorunu, Odak Yayınları, Ankara, 1974. s. 41.
[14] Burada
şu makaleler söz konusudur: K. Marks: Politik Aldırmazlık; F. Engels: Otorite
Üzerine.
[15] Erfurt
Programı. Alman sosyal-demokrasisinin, 1875 Gotha Programının yerine geçmek
üzere, 1891 Ekiminde Erfurt Kongresinde kabul edilen programı. Erfurt
programının yanlışlıkları Engels tarafından, 1891 Sosyal-Demokrat Program Taslağı
Eleştirisine Katkı'da eleştirilmiştir. (Bakınız: Marks-Engels, Gotha ve Erfurt
Programlarının Eleştirileri. Sol Yayınlan, Ankara.)
[16] Pravda
[Gerçek]. Petersburg'da yayınlanan ve Petersburg işçilerinin girişimiyle Nisan
1912'de kurulan yasal günlük Bolşevik gazete.
Pravda, işçiler tarafından, toplanan
parayla çıkan bir işçi yığın gazetesiydi. Gazete yöresinde, geniş bir işçi
muhabir ve yazarlar çevresi oluştu. Bir yılda, gazete 11.000 işçi mektubu
yayınlandı. Pravda ortalama olarak günde 40.000 basıyordu ve günlük tirajinin
60.000'e yükseldiği aylar da olmuştur.
Yurt dışında bulunan Lenin, Pravda'yı
yönetiyor, yazı kuruluna hemen her gün yazıyor, ona direktifler veriyor,
Partinin en güçlü yazarlarını gazete yöresinde topluyordu. Pravda, sürekli
olarak polis kovuşturmasına uğruyordu. Çıktığı ilk yıl içinde, 46 kez toplandı
ve yazarlarına karşı 36 dava açıldı; yazarlar, toplam olarak, 47,5 ay hapiste
kaldı. İki yıl üç ay içinde Pravda, Çar hükümeti tarafından sekiz kez
yasaklandı, ama her kezinde yeni bir ad altında, yeniden yayınlandı: Raboçaya
Pravda [İşçi Gerçeği], Sovernaya Pravda [Kuzey Gerçeği], Pravda Truda [İş
Gençeği], Za Pravda [Gerçek İçin], Proletarskaya Pravda [Proleter Gerçeği], Put
Pravdi [Gerçek Yolu], Raboçi [İşçi], Trudovaya Pravda [Çalışma Gerçeği]. 8 (21)
Temmuz 1914'te, Birinci Dünya Savaşı öngününde gazete yasaklandı. Pravda'nın
yeniden yayınlanması, ancak Şubat Devriminden sonra mümkün oldu. 5 (18) Mart
1917'den itibaren R.S.D.İ.P. [Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi'nin organı
olarak çıkmaya başladı. Lenin 5 (18) Nisan'da, yurt dışından döndüşte, yazı
kuruluna girdi ve gazetenin yönetimini eline aldı. 5 (18) Temmuz 1917'de Pravda
idarehanesi, harbokulu öğrencileri ve Kazaklar tarafından yıkıldı. 1917
Temmuz-Ekim dönemi içinde, geçici hükümetin kovuşturmasına hedef olan Pravda
bitkaç kez adını değiştirdi ve Listok Pravdi [Gerçek Yaprağı], Proletari
[Proleter], Raboçi [İşçi], Raboçi Put [İşçi Yolu] adları altında yayınlandı. 27
Ekim'den (9 Kasım'dan) itibaren, gazete eski adını aldı.
[17] Burada
sözkonusu olan Marks'ın Fransa'da İç Savaş'ına Engels tarafından yazılan
önsözdür. Bakınız: Paris Komünü Üzerine, Aynı yapıt.
[18] Bakınız:
K. Marks ve F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol
Yayınları, Ankara 1976, s. 40-41.
[19] Seminaristler, Rus yazarı
N. Pomialovski aynı adı taşıyan romanında, Seminaristleri anlatır.
[20] 1.
Enternasyonal'in La Haye Kongresi, 2-7 Eylül 1872'de toplandı. Marks ve Engels
bu kongrede hazır bulundular. 65 delege katıldı. Gündemde başlıca şu konular
yer alıyordu: genel kurulun hakları; proletaryanın siyasal eylemi. Çalışmalar,
Bakunincilere karşı sert bir savaşım havası içinde geçti. Kongre, Genel Kurulun
haklarını genişletmeyi kararlaştırdı. "Proletaryanın siyasal eylemi"
ile ilgili olarak, kararında, proletaryanın toplumsal devriminin yengisini
sağlamak için kendi öz partisini kurmak zorunda olduğu ve büyük görevinin
siyasal iktidarın fethi olduğunu ilân etti. Bu kongrede, Bakunin ve Guillaume,
bozguncu ve proletarya düşmanı yeni bir partinin kurucuları olarak,
Enternasyonel'den çıkarılmışlardır.
[21] Zarya
[Şafak], İskra [Kıvılcım] gazetesi yazı kurulu tarafından Stuttgart'ta
1901-1902 arasında yayınlanan siyasal ve bilimsel marksist dergi. Üç fasikül
halinde 4 sayı çıktı. Zarya, Lenin'in şu yazılarını yayınladı: "Rastgele
Notlar", "Zemstvo palavracıları ve liberalizm Annibal'leri",
"Tarımsal sorun ve Marks'ın eleştiricileri"nin ilk dört bölümü
("Tarımsal sorunda eleştirici baylar" başlığıyla), "Rus
Sosyal-Demokrasisinin tarımsal programı."
[22] Burada,
23-27 Eylül 1900'de Paris'te toplanan II. Enternasyonal'in beşinci dünya
sosyalist kongresi sözkonusudur. Bu kongrede 791 delege hazır bulunuyordu. Rus
delegasyonu 23 üyeden kuruluydu. Kongre, temel sorun —siyasal iktidarın
proletarya tarafından fethi— üzerine, çoğunlukla, Lenin'in sözünü ettiği
kararı, yani Kautsky tarafından önerilen "oportünistlere karşı
uzlaşıcı" kararı kabul etti. Kongre ayrıca, bütün ülkelerin sosyalist
partilerinin katılacağı ve sekretaryasının Bruxelles'de bulunacağı bir
enternasyonal sosyalist Büro'nun kurulmasını da kararlaştırdı.
[23]
Sozialistische Monatshefle [Aylık sosyalist defterler]. Alman
sosyal-demokrasisi oportünistlerinin başlıca organı ve enternasyonal
oportünizmin organlarından biri olan dergi, emperyalist dünya savaşı sırasında
(1914 -1918), bu dergi sosyal-şoven bir tutumu benimsedi: 1897-1933 arasında
Berlin'de yayınlandı.
[24] Independent Labour Party
[Bağımsız İşçi Partisi] 1893'te kuruldu. Başında James Keir Hardie ve Ramsay
Mac-donald gibi kimseler bulunuyordu. Burjuva partilere karşı siyasal
bağımsızlıktan dem vuran I.L.P., gerçekte "sosyalizmden bağımsız, ama
liberalizme bağımlıydı" (Lenin). Emperyalist dünya savaşı sırasında (1914
-1918), I.L.P. önce savaşa karşı bir bildiri yayınladı (13 Ağustos 1914).
Sonra, 1915 Şubatında, Londra'da toplanan Antant ülkeleri sosyalistleri
konferansında, bağımsızlar bu konferansta kabul edilen sosyal-şoven karara
katıldılar. O zamandan beri, bağımsızların şefleri, barışçı sözleri büyük bir
çalımla sıralamayı sürdürerek, sosyal-şoven bir tutumu benimsediler. 1919'da
Komünist Enternasyonalin kurulmasından sonra, I.L.P. yöneticileri, sola kayan
partili yığınların baskısıyla II. Enternasyonalden çekilme kararı aldılar.
Bağımsızlar, 1921'de, 2,5'uncu denilen Enternasyonal'e katıldılar; sonra bu
enternasyonalin dağılması üzerine, yeniden II. Enternasyonale girdiler.
________________________________________
COMMENTS